Bata Çıka...







Birkaç haftadır kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Fiziksel bir şey değil, ruhumun ta derinliklerinde her an kopmaya hazır bir fırtınanın arasında dolanıp duruyorum. Nedenlerini bulabilsem daha doğrusu kelimelere dökebilsem dinecek bu fırtına. Ama inatla oluşmuyor kelimeler...
İnsan böylesine fırtınaların arasındayken kuşkusuz sığınacak limanlar arıyor. Kendi fırtınanda boğuşurken dışarıdan gelebilecek her ses yıkacakmış gibi geliyor seni ve ister istemez korunma içgüdüsüyle sanırım kapatıyorsun kendini.

Bu anların tayfununda boğuşurken eski bir öğrencim telefonla arayarak;
"Bu işi ancak siz yapabilirsiniz" diyor.

Öyle ağır bir cümle ki bu aslında ne evet ne de hayır diyebilecek durumdasınız. Evet dediğinizde girdiğiniz yükün ağırlığında her an nakavt olabilme durumunuz var. Hayır dediğinizde ise yaşam boyu çizdiğiniz çizgiden sapabilme durumu.
Tam bir bataklık! Daha öncede yürüdüm bataklıklarda, bata çıka da olsa çıktım bundan da çıkabilir miyim diye düşünürken bir telefon daha geliyor aynı öğrencimden;
"Hocam haber bekliyorlar, ne dememi istersiniz?"
Kendi sesimi bile zor işitecek bir yükseklikte ; "kabul" diyorum.

Seçimizi yaptığınız andan itibaren artık geriye dönüşleriniz yoktur. Her seçim bir kabul ve diğerini ret etme sürecini içinde barındırıyor ister istemez. Uzun soluklu yeni bir yolda ileriye bakmaktan başka seçeneğinin olmaması ürpertiyor insanı. Mesleklerimiz ister istemez zamanla yaşam tarzımızı da oluşturduğundan kendimle ilgili özellerim hiç olamadı ne yazık ki. Hep başkalarının hayatımıydı benim ki de diye içimden geçirirken kendimi gittikçe kötü hissetmeye başlayacağımı bilerek kovuyorum soruları düşüncelerimden…

Birkaç gün önce" evet" dediğim evdeyim.
Kocaman kapkara bir çift göz meraklı gözlerle beni inceliyor. Bu arada da annesi 6 yaşında olan kızıyla ilgi açıklamaları yapıyor bana. Bir yıldan beri ısrarla piyano çalmak istediğini belirtmiş ama nereye başvurdularsa pek olumlu yanıt alamamışlar. Anne de şaşkın aslında bu merakın nasıl oluştuğunu anlamakta zorlandığını ama yaşamda ret etmekle bir yere varılamayacağını öğrendiklerinden kabulle başlayan yaşama alışık olduklarını söylüyor. Benzer düşünceleri taşımış olmanın şaşkınlığındayım. Bir yıldır bu iş için bir kişi arıyorduk diye sözlerini bağlıyor.
Ruhumun gittikçe ağırlaştığını hissediyorum. Yapabileceklerimin sınırlılığından söz ediyorum kendi olumsuzluklarımı hiç atlamadan. Bu yolculuğun uzun soluklu bir yolculuk olacağını ve nelerle karşılaşacağımı açıkçası hiç bilmediğimi bu sebeple başta onlara beni öneren rehber psikolojik danışman öğrencimin önderliğinde işbirliğiyle bir yerlere varabileceğimizi anlatıyorum.

Diğer tüm öğrencilerimde yaptığım gibi beni öğrencimle yalnız bırakmalarını istiyorum. Hemen piyanonun başına geçeceğimizi düşünen sevgili miniğim elimi tutuyor. Yüzüne bakarak önce başka çalışmalar yapacağımızı söylüyorum. Son derece mekanik bir ses tonuyla bana "tamam" diyor. İşitme engelli benim miniğim.
Bedeninin tüm fonksiyonlarının ne kadar farkında olduğunu bilemeyen bu çocuğum için beden perküsyonuyla başlayan birkaç alıştırma yapıyoruz karşılıklı oturarak. Ona bir ayna görevi yaparak tüm hareketlerimi yapmasını isterken gözlerinin içinin gülümseyişiyle gülümsüyorum. Minicik elleri var, sanki Murathan Mungan bu şiiri onun için yazmış;
Hiç kimsenin yağmurun bile böyle küçük elleri yoktur...
Titreşimleri hissetmesini sağlayabilmek için yaptığımız ritimsel çalışmalarla ritimsel kulağının mükemmelliği karşısında büyüleniyorum. Ta içerlerde bir yerlerde olağanüstü bir işitme var miniğimde. Bildiğimiz işitmeden tamimiyle farklı bir işitme. Tüm işitme yeteneğini kaybetmemiş o ateşli hastalıkta.

Ailenin bizi merakla beklediğini çok iyi bildiğimden çalışmalarımıza katılmalarını istiyorum. Ritim çalgısı olarak kullanabileceğim her şey var her yerde. Ailece garip bir ayindeymişçesine ritimsel oyunlar oynuyoruz. Kahkahalar yankılanıyor evin her bir yerinde. Ellerimiz kollarımız, bacaklarımız her şeyimiz bu oyunun gerçek kahramanları.

Yıllardır çaldığım piyano bana yan gözlerle bakıyor, "bana ne zaman sıra gelecek" diye, ama korkumun ne kadar farkında onu bilmiyorum. Çünkü bu kadar mutluluğun üstüne küçük bir hüzün dalgası bile görmek istemiyorum ne miniğimde ne de ailesinde. Pistir, nankördür piyano. İnanılmaz bir ilgi ister, düşünemeyeceğiniz kadar bencildir ve bir o kadar da küstah.

Miniğimle iletişimde hiç zorlanmıyoruz ve çok güzel anlaşıyoruz. Heyecanı ister istemez beni de tetikliyor. Ne kadar birbirimize muhtacız aslında da ne kadarının farkındayız acaba? Bütün bu karmakarışık duygularla evime doğru yol alırken farkında olmadan akan gözyaşlarımla kendime geliyorum. Nasıl gözyaşları bunlar?

İçinde insana ait her duyguyu barındırırken gözyaşlarımız hala insana ait en güzel şey diyorum kendime...

SANEM UÇAR