ENGELLİ ANNESİ OLMAK








Yazımın başlığı bile ne kadar ağır geldi değil mi? Hemen ürkmeyin bu defa ağlatmayacağım. Engelli bir çocukla yaşamanın sadece üzüntü verdiğini düşünmeyin. Düşünmeyin ki bizlerle birlikte farklı bir dünyanın içinde yer almanın derin mutluluğunu yaşayabilesiniz.

Hani bir hikaye vardır ya “ hoş geldiniz Hollanda’ya “ diye. Hatırlamayanlar için özet vereyim; “ Bir çift yaşantısının kalan dönemini İtalya’da geçirmek ister. İtalyanca öğrenirler, işlerini o ülke için ayarlarlar sonra ya sonra. Uçaktan inerler bir tabela HOLLANDAYA HOŞ GELDİNİZ. Yanlış geldik geri dönelim derler ama dönüş yoktur. Artık Hollanda’ya inmişlerdir bir kere. Alışmak durumundadırlar. Yaşanan hayal kırıklığını ise bir tarafa bırakarak….” Hikayenin kahramanları değişse de verdiği ana fikir aynıdır. Ne umduk ne bulduk… Biz başka dünya istemiyoruz, herkesin içinde olduğu dünyayı istiyoruz ama her şey bizim elimizde değil ki. Öyleyse her şartta da mutlu olmayı öğrenmeliyiz.

Farklılıklarla yaşamak insanı ürkütür başlangıçta. Beni de ürküttü her farklı anne gibi. Ama alışmam da zor olmadı. İsyan etmeden payıma düşeni yaşamayı bildiğim için belki de. Keşke herkes bu kadar şanslı olsa. Elimde olmadan başıma gelen fenalıkları sorgulamadan çözümlerini bulduğum için belki de. Ya da her şerde bir hayır her hayırda bir şer aradığım için. Yaşadıkça da görüyorum aslında. Oğlumdan sonra farklı bir dünyanın güzelliklerini de görebilmek olgunlaştırdı tüm anneler gibi beni de. Ne de iyi oldu.

Bir insan evladını ne kadar mutlu yaşatabilir? Elinden geldiğı kadar tabii. Benim ailemde onu yapmıştı. 27 yaşıma kadar sorunsuz bir yaşam ne mutlu… Ama… Sonra hadi bakalım dedi yaşam bana. Yaşa kendi ayaklarının üstünde kalarak. Bu kadar rahat ettiğin yeter… Şimdi işin zor… Yok canım işim o kadar da zor değil. Sadece uğraştırıyor biraz. Böyle daha mutlu oluyor insan. Hep dolu, beklemeyle geçen bir yaşam. Farklı ayrıntılarda yaşanan, kimselerin anlayamadığı bir tarz. Anlaşılsa bile belki delilik olarak görünen tavırlar. Oğlum insanlarla dalgasını geçerken yanında sessiz kalabilmenin eğitimin bir parçası olduğu anlatamadığınızda göründüğünüz durum. Kime nasıl anlatacaksınız ki. Bu kadar işinizin arasında üstelik. Herkes kendi görsün, bakacaklarına.

Bir insanı var edebilmenin zorluklara rağmen gerçekleşebildiğini görmek insana büyük haz veriyor aslında. Herkesin çocuğu 1 yaşında ayaklanırken sizinkinin ayağa kalkabilmesinin yıllar, aylar almasının tadı ilk ayağa kalktığında o kadar büyük ki gözünüzde. Keşke tüm aileler bunu görebilse… Dualarım tüm fiziksel engelli yavrularım için.

Bir harfi öğrendiğinde mutluluğunuz o kadar büyük ki. O anın hazzı yıllarca mücadele etmeye değer buna inanın. Oğlum geçenlerde küfüre alıştı. Arkadaşları bir güzel öğretiyor. O küfür edebildikçe bendeki mutluluk parayla ölçülmez değerde. Çünkü kötü bir şey yaptığının farkında. Buradaki vurgum küfürü desteklemek adına değil tabii ki yaptığının farkında olması adınadır bilginize. Özetle engelli çocuğun küfürü bile o kadar anlamlı olabiliyor ki. Bunu bizim dünyamız sadece derinlerden hissedebilir.Ellerini kullanamayan bir spastik çocuğumuzun masa örtüsünü çekip tüm masayı yerle bir ettiğinde ailelesinin yaşadığı mutluluğu ancak yine bizim dünyamızın insanları anlayabilir başkaları çocuklarını azarlarken.

Farklı şeylerle mutlu olmak, farklılıkları dünyanız kabul etmek herkese nasip olmaz. Allahın emanetlerine bakabilmek de. Şükürler olsun diyorum her şeye rağmen. Allah onları gözümüzün önünden eksik etmesin. Sizleri de…

Yaşam herkese gülsün

Reyhan Gazel

HİPERLEKSİ


Erken gelişen okuma becerisi ve buna eşlik eden dil problemleri, öğrenme ve sosyalleşme yeteneğinde sorunları olan bir grup tanımlanmıştır. Bu tip çocuklar kliniğimize çeşitli şikayet ve ön tanılar ile başvurmaktadırlar. Bunlar arasında; otizm, davranış bozuklukları, dil problemleri ve dahi çocuk vardır. Erken okuma yeteneği genelde ezbere öğrenme tarzındadır. Başlangıçta okudukları anlamadıkları, anlamanın geriden geldiği anlaşılmaktadır. Bu tuhaf öğrenme stilleri dikkat çekicidir.

1967 yılından bu yana bu konuda çok az çalışma yayınlanmıştır. Önceki araştırmacılar hiperleksi tanımını, formal bir eğitim almadan 5 yaşından önce okumayı öğrenen ayrıca dilde ve sosyal ilişkilerinde güçlük olan bir grup olarak tanımlamışlardır. Cohen ve arkadaşları 1987 yılında, hiperleksiyi, disleksinin (sadece yazma dili anlamayla ilişkili) aksine, hem konuşma hem de yazmayla ilişkili ağır bir dil bozukluğu olduğunu öne sürmüşlerdir. Richman ve Kitchell 1982 de bu tip çocuklarda üstün bir işitsel ve görsel hafızaya sahip olduklarını ayrıca yalın kelimeleri bir makale içinde olmasına göre daha iyi tanıdıklarını söyledi. Bu çocuklarda kategorize etme güçlüğü vardır ve cümle içindeki yapısal ve anlama ilişkin ip uçlarını yakalamakta güçlük yaşarlar. Bu gözlemlerden bu çocuklarda bilginin izole küçük parçalar halinde depolandığı hipotezi ortaya atılmıştır.

Chicago’da Center for Speech and Language Disorder ‘da yapılan çalışmalarda bu grupla ilgili dört parametre incelenmiştir.

1. Okumaya erken başlama
2. İlginç dil öğrenme bozuklukları
3. Sosyalleşmede problemler
4. Gelişim öyküsü.

1- Okumaya Erken Başlama: En önemli komponent kelimeleri dekode (tanıması) edebilmesidir. Bu ana-baba tarafından öğretilmez ve 18-24 ay arası bu tarzda kelimeleri ve sayıları erken tanıması şaşkınlıkla karşılanır. 3 yaşına kadar yazılı kelimeleri tanır ve okurlar. Bazen konuşma tamamlanamadan da meydana gelebilir. Çocuklar kelimelerden büyüleyici bir tarzda etkilenirler.

2. İlginç Dil Öğrenme Bozuklukları: Bu çocuklardan konuşabilenleri (bu tipe nonverbal hiperpleksi denir.) aşağıdaki özelliklerin hemen hepsini taşırlar.
a- İlk heceleme ve konuşma denemeleri ekolaliktir.
b- Harflere, sayılara ve şarkı sözlerine karşı iyi bir işitsel hafızaları olduğu gibi iyi bir görsel hafızaları da vardır.
c- Tek kelimeleri anlamaları cümleyi anlamalarına göre daha iyidir.
d- Gestalt işlemleme
e- Tekrarlayıcı ve basma kalıp konuşmaları vardır ve konuşmanın içeriğinde sık sık kendilerine has kelime ve cümlecikler kullanır.
f- Konuşması normal bile olsa konuşmayı başlatma ve sürdürmede sorunları vardır.

3. Sosyalleşmede Problemler: Bu grup bozukluklar dili anlamadaki zorlukla ilişkili olabilir. İncelenen gruptaki çocuklarda aşağıdaki davranışlardan bazıları herhangi bir anda tespit edilebilir. Bunlar; uyumsuz davranışlar, ritüalistik davranışlar, aynılıkta aşırı ısrar (konunun devamında bahsedilecek), Bir duygusal durumdan diğerine geçişde zorlanmalar, öfke nöbetleri, Yaygın anksiyete ve özgün korkular, gruba uyumda zorlanma, yaşıtlarıyla arkadaşlık kuramama, yüksek sesli makinelere karşı duyarlılıktır.

Dilde gelişme oldukça bu davranış patolojilerinde de azalma olmaktadır. Bu çocukların bir kısmı otistik bozukluğa benzer ancak 2-3 yaşında gelişen dil becerileri ile bu gruptan ayrılırlar.

4. Gelişim Öyküleri: Aşağıda sayılan altı madde bu grupta sıklıkla gözlenir.
a- Bunlar çoğunlukla erkektir.
b- 18 ay ve 2 yaşına kadar normal gelişmişken, bundan sonra bir gerileme gösterirler.
c- Normal bir heceleme (speech) anormal bir prozodi ile beraberdir.
d- Bazılarında silik nörolojik bulgular olsa da genelde nörolojik bulgu vermezler.
e- Hepsinde davranışsal ve sosyal anormallikler varken bazılarında self-stimulasyonlar gözlenir.
f- Dili anlamada sorun yaşarlar.
g- 5 yaşından önce okurlar ve kelimeler karşısında büyülenmiş gibi bir davranış gösterirler.

Tartışma

Tüm hiperpleksik çocuklarda verbal sinyalleri tanımasıyla ilişkisiz olarak kelimeleri bütün olarak tanır. Bazı hiperleksik çocuklar kelimeyi daha önce bir yerde görmeseler de okuyabilirler. Bazıları logolara düşkündürler. Elliot ve Needleman (1976) bu grubun yazılı dili okuma yeteneklerinin doğuştan geldiğini söylemişlerdir.
Dil Patolojistleri (speech and language pathologist) bu grup çocuklarla çeşitli yaşlarda ve çeşitli semptom örüntüleriyle karşılaşırlar. Bunlardan bazıları non-verbal ve küçük iken bazıları verbaldir. Bu çocukların işitme kayıpları, mental retardasyon, duygulanım bozuklukları ve otizmden ayırt edilmelidir. Hastalığın doğasını ne kadar iyi tanımlarsak bu grubun eğitimlerini de o kadar iyi planlayabiliriz.

a- Geçmiş öykü :

Tanısal değerlendirme ebeveynden alınacak ayrıntılı anamnez ile başlar. İlk ipucu çocuğun erkek olmasıdır. Bundan sonraki sorularda ebeveyne çocuklarını neden görüşmeye getirdikleri olmalıdır. çocuk çok mu zeki? yoksa kaygı duyulan başka bir konumu var. Konuşmayla yada davranışla ilgili sorunlar olabilir. İkinci soru onu bu duruma getiren bir neden biliyor musunuz? dur.

Bundan sonraki soru diğer çocuklara göre üstün olduğu konular varmı dır? Olmalıdır. Genelde ailenin dikkatini çeken özellikle görsel alanda çabuk öğrenme göstermeleridir. Ayrıca motor koordinasyonları da iyidir. Aile bundan hızlı koştukları ve herhangi bir şeye çok çabuk tırmanabildiğinden bahseder.

Ayrıca harflere ve rakamlara özel bir ilgisi olup olmadığı sorulabilir.

Gelişimi ayrıntılı olarak sorgulanmaladır. Özellikle Tip 1 e dahil olan grupta önemli bir bulgu yoktur. (Bazı zamanlar kulak enfeksiyonu gibi hastalık hikayeleri bulunabilmektedir.)

Dil gelişiminin özel bir önemi vardır çünkü kendilerine has bir dil gelişimleri vardır. Ebeveyn genelde ilk kelimelerini 12. ayda söylediklerini belirtirler ve bu kelimeler genelde tren, kamyon, araba gibi kelimeler olur. Aile bireyleri bunlardan sonra söylenir.

Harfler ve sayılarla çok ilgilendikleri hatta bunlar karşısında büyülenmiş gibi davranıldıkları söylenir. Sayıları ve alfabenin harflerini sayabilirler, kolayca şarkıları ezberleyebilirler.

Dilde 18 ayda bir gerileme olur. Ve bu 24. aya kadar sürer. Çok sık rastlanılmasına karşın sebep açıklanamamıştır. Bu grupta dil gelişimi normal yaşlarına göre daha geç gerçekleşir.

Yine görüşmede anne-babaya kelimeleri onlardan farklı kullanıp kullanmadığı sorulabilir. Yüksek bir ses tonunda mı konuşuyor yoksa konuşması şarkı söyler gibi melodik mi? Senle ben zamirlerini karıştırır mı? Çocuğunuz “Wh” ile başlayan Kim? Nerede? Niçin? Gibi soruları anlamada zorluk çeker mi? Gibi sorular da aileye sorulmalı ve ilgili patoloji değerlendirilmelidir.

Görsel Öğrenmede ayrıntılı sorgulanması gereken diğer alandır. Henüz oku bilmiyorsa bunların harflere ve sayılara olan ilgileri değerlendirilmelidir. Bu çocuklar görsel mekanik oyuncakları severler. Özellikle tren gibi oyuncakları. Diğer bir uğraşları televizyon seyretmektir. Özellikle Çarkı Felek gibi programları izlerler. Bu program bu çocuklar için ideal bir programdır, çünkü içinde çok fazla sayıda harf, sayı ve kelime vardır.

Davranışsal ve sosyal alan sorgulanacak son alandır. Özellikle yüksek sesli ev makinelerine ilgisi sorulmalıdır. Elektrikli süpürge gibi aletlere hayranlıkla inceleyebilir yada bunlara aşırı tepki gösterebilir. Evdeki eşyaların aynı yerlerde kalması konusunda ısrarcı davranırlar. Yine bir yere giderken hep aynı yolu kullanmak isterler başka bir yoldan gitme konusunda direnirler. Öfke patlamalarında sözel olarak sakinleşmezler, bir şekilde dikkatini başka bir tarafa çekilmeye çalışılmalı yada müzik kullanılmalıdır.

Arkadaşlarının olup olmadığı sorgulanmalıdır. Genellikle arkadaşları yoktur. Oyun oynayan yaşıtlarının yanına gitse bile nadiren bir konuşma veya ilişki başlatabilir.

Dinlemede seçicilik gösterirler. Yanındaki bir şeyi dinlemiyorken diğer odada ilgilerini çekebilecek hafif bir sesi işitebilirler. Dinlemedeki bu seçicilik hastalıkta karakteristiktir.

Görüşmede zeki ve sevimli bir görünümleri vardır. Oyuncaklarla oynarken mekanik olanları yada puzzle’ı tercih edeceklerdir. Tahtaya yazı yazmaktan hoşlanacaklardır, yazdıkları oyuncakların üzerinde ki logolar olabilir.

Muayene ve testler üç alanı sorgulamalıdır. A- okuma düzeyi, B- Görsel öğrenme yeteneği, C-Dili algılaması ve kullanması.

Basit kelimeler sorularak okuması değerlendirilmeye başlanır. Bilirse daha karmaşık kelime cümle ve paragraflara geçilmelidir. Okuma değerlendirilmesi bir uzman tarafından değerlendirilmelidir. Okuduğu konudan sorular sorulabilir. Özellikle paragrafta geçen “Wh” ile başlayan cümleler ya da konu içinden boşluk doldurmalar gibi.
Görsel değerlendirmeler için en iyi test psikometrik testlerdir. Bu çocukların ince motor becerileri iyidir ve bu özelikleriyle de Aspergerden ayrılırlar.

Dil becerisinde ise alıcı, algılayıcı ve ifade edici komponentlerine bakılmalıdır. Burada yazılı harflerin okunması istenebilir yada söylenenleri yazması istenebilir. Yine bazı cisimlerin isimleri sorulabilir. Bunların değerlendirilmesi için Zimmerman Pre-Scholl Language Scale kullanılabilir. Yine 5 yaşından büyük çocuklar için Auditory Tests of the Illinois Test of Psycholinguistic Abilities kullanılabilir. Bu testle işitsel ve görsel alanlar değerlendirilebilir.

HİPERLEKSİ SENDROMU, YÜKSEK İŞLEVLİ OTİZM VE
ASPERGER SENDROMU

Burada bu tip çocukları Yüksek İşlevli Otizmden, Asperger Sendromundan ayıranın ne olduğunu değerlendirdik. Diğer bir soruda bunların Yaygın Gelişimsel Bozukluğun bir alt tipi olabilecekleriydi. Bu vakadan sonra daha önceden başvurmuş erken okuma becerisi kazanan, dil yeteneğinde bozukluk olan ve ayrıca sosyal ilişkilerinde ve davranışlarında bazı sorunları olan benzer vakalar tekrar değerlendirmeye alındı. Basılmış yayınlardaki benzerlikler dikkatimizi çekti (Richman and Kitchell 1981, Cohen, Campbell and Gelardo 1987, Healy ve ark. 1982).

Bu makale Hiperpleksi Sendromu özellikleri gösteren 20 çocuğun gelişimleri ve aile görüşmeleri mevcuttur. Ailelerde kullanılan testler, altı aylık intervallerde semptomların değişimi değerlendirilmiştir. Aileler tıbbi kayıtlardan da yardım alabilmişlerdir. Çalışmamızdaki çocukların %75’i benzer özellikler taşımaktaydılar. Bu sonuçları literatür yardımıyla Yüksek İşlevli Otizm ve Asperger Sendromu özellikleriyle karşılaştırdık.

Çocuklarda 5 yaşından önce okumayı öğrenme şartı aradık. Ancak okuma özelliklerinde bireysel farklılıklar tespit ettik. Bazı çocuklar çok erken yaşta “dekode” edebiliyorken, bir grup (sight readers) gördüğünü önce sadece okumaya başlayıp sonra fonotik özellikleri öğrenmekteydiler, diğer bir grup ise önce tek kelimeleri okumaya başlar sonra cümleleri okumaya başlar fakat içindeki önemsiz küçük kelimeleri atlayabiliyordu. Okuduğunu anlama sözel dil ile ilişkilidir. Erken yaşlarda yazılı soruları ve bilgileri daha iyi yanıtlarlar. Erken okuma, yüksek işlevli otistik bozuklukta da görülebilirken, Asperger Sendromlu vakalarda nadiren bahsedilmiştir.

Çalışmamızda deneklerin çoğunda benzer bir dil öğrenme yeteneği gözlemledik. Çoğunda ilk kelimeler 12-18 aylarda söylendiği, bunların yarısında bu kelimelerin unutulduğu ve 2. yaşına kadar yeni bir başlangıç göstermediği görüldü. Erken heceleme ve konuşma girişimleri ekolalikti. Dil iri parçalar, cümlecikler hatta diyaloglar tarzında öğrenilir. Konuşma sterotipik aksan, perseverasyon, zamirlerin ters kullanılması ve idiyosenkratik kelime ve cümlecikler kullanma gibi yapısal ve içerikle ilgili anormallikler taşır. Kelimelerin somut anlamları anlaşılır. Pek çok hiperleksik çocuk 4,5-5 yaşlarında dil gelişimlerinde ilerleme gösterirlerken sosyal iletişimdeki bozukluk kalıcı haldedir. Literatürde bu şekilde dil gelişimi gösteren yüksek işlevli otistik bozukluklu çocuklarda vardır. Otistik bireylerde sosyal dildeki (social language) güçlükler yetişkinlik boyunca devam eder. Asperger Sendromlu bireylerde ise anlamada ki güçlüklerine rağmen iyi gelişmiş bir gramer yapıları vardır.

Çalışmamızdaki hiperpleksik cocuklar erken yaşlarda, otizmle ilişkili pek çok tipik davranış göstermekteydiler. Bunlar arasında self-stimulasyonlar, ritüalistik davranışlar, duyusal uyaranlara (gürültü, dokunma ve koku gibi) artmış duyarlılık, öfke patlamaları, yaygın anksiyete ve anormal korkulardı. Bu davranış anormallikleri 4,5-5 yaşında dilin gelişimi ile azalmaktaydı. Bu çocuklar sevecen, sıcak çocuklardır ve yetişkinler ile daha iyi bir iletişim kurarlar. 5 yaşından itibaren yapılandırılmış oyunlara interaktif olarak katılabilir. Her ne kadar normal bir okula gidebilseler de eğitiminde küçük değişiklikler yapılmalıdır. Otistik semptomlardaki azalma dil gelişimi ile ilişkili olabilir. Bu durum yüksek işlevli otistikler içinde geçerli olsa da bu grupta bir takım davranışlar uzun süre devam eder. Asperger Bozukluğunda ise vücutta ve eklemlerde sterotipik hareketler vardır.
Çalışma grubumuzdaki çocuklarda nörolojik gelişme global olarak normaldi. İnce motor becerilerin gelişimi genellikle gecikmişti. Gruptaki çocukların 2 si kız diğerleri erkekti. Gruptaki sadece birkaç çocuğun aile hikayesinde otizm ve öğrenme bozuklukları vardı. Asperger sendromlu çocuklarda beceriksizlik ve koordinasyon bozukluğu olabilirken, Otistik çocuklarda iyi bir motor koordinasyon mevcuttur.

Hiperpleksi için spesifik bir tedavi ancak primer patoloji anlaşıldıktan sonra bulunabilir. Gözlemlerimizde dil eğitiminin (speech and language therapy) okuma düzeyini arttırmada çok önemli olduğunu gördük. Okuma, davranışların gelişmesinde kullanılabilir ve bu yolla sınıf içindeki eğitim konusunda da yardımcı olur. Okumayı çabuk öğrenmiş bir çocukta bir dil bozukluğu düşünülmediğinden öğretmen sözel uyarıları anlamayan bir çocuk karşısında şaşırabilir. Genelde yazılı direktifler çocuğun anlamasına yardımcı olacaktır. Esas fark otistik çocuklarda okuduklarını kullanma yeteneklerindeki azalmadır.

Çalışmamızdaki çocuklar yoğun terapi ile okuma kapasitelerinin tümünü kullanabilir hale gelmişlerdir, aynı zamanda aileler de bu çocuklara öğrenme ve sosyalleşme konusunda daha fazla yardımcı olacak yollar geliştirebilmişlerdir.

Hiperleksiden bahsettiğinizde Dil Bozukluklarından da bahsetmelisiniz. Her ikisinden de bahsettiğinizde otizmden de bahsetmelisiniz. Hiperleksi hakkında konuştuğunuzda non-verbal dil bozukluklarını da düşünmelisiniz. Hiperpleksi ve non-verbal dil bozuklukları hakkında konuştuğunuzda Asperger sendromu hakkında da konuşmalısınız ve bunların tümü hakkında konuştuğunuzda komorbid bir DEHB’da düşünmelisiniz.

Bu öğrenme fonksiyonlarından bahsettiğinizde iki ana konu önem kazanır. Bunlardan birincisi; sosyal algılama spektrumu, ikincisi, non-verbal ve verbal ölçümler ile değerlendirilen kognitif fonksiyonlardır (kognitif denge).

Biz çalışmamızda iki tip hiperpleksi tespit ettik. Birinci grup literatürde sıklıkla gördüğümüz dil bozukluğu olan gruptur. Diğer grup ise görsel-uzaysal motor bozukluğu olan gruptur. Dil öğrenme bozukluğu olan grubumuzda düşük sözel IQ ile yüksek performans IQ tespit ettik. Hepsinde yüksek bir görsel hafıza olduğunu gördük. Görsel-uzaysal motor bozukluğu olan grupta düşük performans ve non-verbal IQ varken, yüksek verbal IQ vardı. Dil bozukluğu olan bir çocuk için yüksek verbal IQ bulunması ilginçtir. Fakat nonverbal öğrenme bozukluğu olan ya da Asperger sendromlu çocuklarda dilin pek çok yönden korunduğunu fakat pratikte kullanamadıklarını görürsünüz. Bu grup aynı zamanda yüksek bir işitsel belleğe sahiptir fakat yetersiz bir kognitif organizasyonları vardır. Dil öğrenme bozukluğu olanlar okuma sırasında çok (phonic) ses hatası yapıyorken, görsel-uzaysal bozukluğu olanlarda bu (fonotik) ses hatası oldukça azdır.
Dil bozukluğu olan tip Hiperleksia Görsel-Uzaysal Bozukluğu olan tip

Hiperleksia

İyi bir belleğe rağmen dil bozukluğu olması.
Gecikmiş dil gelişimi, perseveratif ve ekolaliktir. Anlamadaki problem basit bir ezberden ileri bir durumdur(?)
Otistik benzeri sendrom

Tanım Aspergere benzer Sendrom
Dil bozukluğu kendini ifade etmede ve yorumlamadadır.

Okuduğunu anlamadaki problem iyi bir hafızaları olduğundan başlarda anlaşılmaz.
Anlamlandırmada kullanılan teğetsellik (Tenjantializm) anlamsız yanıtlar ortaya çıkarır ve sinirli davranışlara sebep olabilir.

Semptomlar


Okuduğunu anlama genelde iyidir.
Tahtadan ya da kitaptan deftere aktarımlarda zorlanırlar.
Sosyal ilişkilerde nonverbal ipuçlarını yakalamada zorlanırlar.
Hatalarından tecrübe kazanmazlar.
Yoğun bir dil terapisine ihtiyaçları vardır. Dil tedavisi sosyal ilişkilerini de geliştirecektir.
Tedavide okumanın anlamı üzerine çalışılmalıdır.

Tedavi Yalnız görsel yaklaşımlardan kaçınılmalı, okuma üzerine de çalışma yapılmalıdır.
Sosyal girişimler cesaretlendirmelidir.

Asperger Sendromlu çocukların nonverbal IQ düzeyleri düşüktür. Bu durum bilişsel bir bozukluğu çağrıştırır. Sıklıkla görsel motor birleştirmede ve görsel uzaysal oryantasyonda problem vardır. Sıklıkla bu özellikler ölçülmediği için atlanır.

Biz hiperpleksinin otizm, dil öğrenme bozuklukları, Asperger sendromu ve nonverbal bozukluklar ile örtüştüğünü gördük. Dil bozukluğu kategorisindeki hiperleksik çocuk dili konuşmada (expressive), okuduğunu anlamada ve bazı sosyal durumlarda problemler yaşar. Buna rağmen pek çok dil öğrenme bozukluğu kategorisindeki çocuklar büyük bir sosyalleşme sorunu yaşamazlar. Bunlar otistik grup ile örtüşür. Nonverbal dil öğrenme bozukluğu gösteren tipler (düşük sosyal algılı-ilişkili) Aspergerli çocuklar ile örtüşür. Nonverbal dil bozukluklu hiperleksikler görsel uzaysal organizasyon, ince motor işlevler ve matematik becerilerindeki bozukluklar ile karakteristiktir. Çocuklar ileri derecede kelime tanıma, sözel öğrenme ve yüksek miktarda kelime çıkışına sahip olabilir. Buna rağmen sosyal algılama ve uyumsuzluk fazla olabilir.

Aspergerli çocuklar otizmlilere göre bazı yönlerden dili daha iyi kullanırlar. Aspergerli çocuklar sıklıkla sosyal ilişkileri denerler fakat başarısız olurlar. Otizmli çocuklar da sosyalleşmede benzer zorluğu yaşarlar fakat bunlar genelde denemezler bile. Bilişsel ve sosyal semptomlar hem otizmde hem de Aspergerde bakılması gereken temel özelliklerdir.

Eş Tanılar

Hiperpleksi ayrı bir tanı olmaktan ziyade (coexisting ) eş bir tanı olabilir. Hiperleksiyi bazı tanımlanmış tanılar içine koyabilmek de mümkündür. Hiperleksiye olan ilgi, bilgimiz arttıkça artmaktadır. Problemimiz onu geçerli bir tanı kategorisine koyamamamızdır. Bu tanı kategorilerini sadece çeklistler ile kontrol etmeye kalkarsak bu geçerli olmayacaktır.

Dr. Levent ŞÜTÇÜGİL

OTİZMDE İŞİTSEL EĞİTİM

OTİZM, DİSLEKSİ VE HİPERAKTİVİTE TEDAVİSİNDE YENİ UMUT: "İŞİTSEL EĞİTİM"

"Rain Man"e müzikli tedavi

Avrupa ve ABD'de otistik, disleksi ya da hiperaktif çocukların tedavisinde uzun süredir kullanılan bir yöntem: Zihinsel bozukluklar ve işitsel algı problemleri müzik yoluyla düzeltiliyor. Türkiye'de de psikolog doktor Murat Güvençer'in uyguladığı yöntemde başarı oranı yüzde 75.
İlkokul ikinci sınıf öğrencisi M.K., sınıfındaki diğer çocuklar gibi kıpır kıpır, cıvıl cıvıl. Oysa iki yıl öncesine kadar hayatla bağları kopuktu, "boğuk boğuk öten sesler"le çevrili dünyasında tek başınaydı. "Oğlum yedi yaşındaydı ama konuşamıyordu. Elliye yakın kelime biliyordu ama bunları yerli yersiz kullanıyor, hiç cümle kuramıyordu. Onunla konuşmayı milyonlarca kez denedim, beni anlayamıyordu, sanki başka bir dünyadaydı" diye anlatıyor annesi o günleri...

Bebekken orta kulak iltihabı geçirmişti M.K. İlerleyen yaşına rağmen konuşmayı sökemeyince, işitme problemi olabileceği düşüncesiyle doktorlara taşındı. Ama kulaklarında fiziksel bir sorun yoktu, duyabiliyordu. Bu kez, otistik ya da hiperaktif olabileceği şüphesiyle davranışları bir kasete çekilip İngiltere'deki uzmanlara yollandı. Hayır, otistik de değildi. Annesi kendini onun tedavisine adamıştı ama sonuç alınamıyordu. Bir gün gazetede "işitsel tedavi"den, "konuşamayan çocuklar"dan bahseden bir yazı okudu ve psikolog doktor Murat Güvençer'in kapısını çaldı. M.K.'da zihinsel gelişme bozukluğu vardı, hemen "İşitsel Eğitim"e başlandı. Annesinin deyimiyle şimdi "bülbül gibi" konuşuyor. "Bir zamanlar 'boğuk boğuk öten' bir ses olarak algıladığı tüm kelimeleri, cümleleri ve şarkıları; yedi yıl boyunca soramadığı, öğrenemediği herşeyi şimdi keşfediyor."


İşitme = davranış

İşitsel Eğitim (Auditory Integration Training) otizm, hiperaktivite, disleksi, Rett's Disorder, Asperger's Disorder gibi zihinsel gelişme bozukluğundan kaynaklanan hastalıkların tedavisinde uygulanan ampirik bir tedavi yöntemi. Fransız kulak - burun - boğaz uzmanı Guy Berard bu yöntemi tam 30 yıllık çalışma sonucunda geliştirmiş. Avrupa ve ABD'deki çeşitli otizm merkezlerinin yürüttüğü 12 araştırma, bu yolla tedavinin olumlu sonuçlar verdiğini ama yöntemin tam olarak nasıl çalıştığına dair bilimsel bir kanıt olmadığını söylüyor. Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) da yeterli araştırma olmadığından tedavi yöntemini henüz onaylamamış. Ancak İşitsel Eğitim, ABD'de ve Avrupa'da 15 ülkede 10 yılı aşkın bir süredir uygulanıyor. Türkiye'deki geçmişi ise sadece iki yıllık; İşitsel Eğitim'in tek uygulayıcısı olan psikolog doktor Murat Güvençer, aynı zamanda bu yöntemi Türkiye'ye getiren kişi.

"İşitsel Eğitim'i ilk kez 10 yıl kadar önce duyduğumda inandırıcı gelmemişti. Bunun alternatif tedavi ya da para tuzağı olduğunu söyleyenler vardı. Ama birkaç yıl sonra yabancı basında yeniden karşıma çıktığında ilgimi çekti" diyor Güvençer. Fransa'ya gidip Dr. Berard'ın öğrencisi olan Güvençer, bu tedavi yönteminin işitsel ve ruhsal rahatsızlıklar arasında bir köprü kurduğunu söylüyor: "Dr. Berard bu tedaviyi önceleri işitsel problemleri olan hastalara uyguluyormuş. Ama bir defasında hem işitsel problemi olan hem de ağır depresyon geçiren bir hastasının, tedaviden sonra ruhsal olarak da iyileştiğini görmüş. Ve işitsel problemlerin ruhsal dünyayla ilişkisi olduğunu, hatta otizm, disleksi gibi hastalıkların temelinde işitsel problemlerin yattığını düşünerek çalışmalarını zihinsel bozuklukları olan çocuklar üzerinde yoğunlaştırmış."

İşitsel Eğitim'in mimarı Dr. Berard "Hearing Equals Behavior / İşitme Eşittir Davranış" adlı kitabında otizm ve benzeri hastalıklarla işitsel algılama arasında bir bağ olduğunu söylüyor. Berard'a göre sesleri algılamada problemler yaşayan beyin bunu düzeltmeye çalışırken yorgun düşüyor ve bu durum sinir sistemini etkiliyor. Dr. Güvençer de Berard'ı destekliyor: "Zihinsel gelişme bozukluğu olan çocuklarda işitme kaybı olmaksızın hassas işitme, ağrılı işitme ya da asimetrik işitme olabilir. Örneğin çocuk bin frekans bir sesi her iki kulaktan eşit almayabilir ya da bazı frekanslara diğerlerinden daha hassas olabilir; örneğin arı vızıltısını kamyon geçiyormuş gibi duyabilir. Müzik dinlerken sesin sürekli olarak bir açılıp bir kısıldığını düşünün; işte bu tür problemleri olan çocuklar dünyayı böyle algılarlar. Dolayısıyla da bu durum zihinde büyük karışıklığa sebep olur. Beyne etki eden her tür algı bozukluğu dikkat dağınıklığı, zihinsel yorgunluk, duygusal gerilim ve ruhsal bozukluklara sebep olur."

İşitsel Eğitim'e göre beyindeki bu karışıklığı düzeltmenin yolu işitsel algılardaki problemleri çözmekten geçiyor. İşitsel algılama düzeltilirse otizm ve disleksi, hiperaktivite gibi otizmle bağlantısı olan hastalıkların kalıcı tedavisi mümkün olabiliyor.


Mucize değil devrim

"Kızım İrem üç yaşına geldiğinde hâlâ konuşamıyordu" diyen Aslı Şen, Dr. Güvençer'e başvuran annelerden biri. "Kızım bazı seslere de aşırı duyarlıydı, örneğin çamaşır makinesinin sesinden çok korkuyordu. Çok da içine kapanıktı." Aslı Hanım, İrem'in fiziksel bir sorunu olmadığını öğrenince Dr. Güvençer'e başvurmuş. 1.5 yıllık tedavi son derece başarılı bir sonuç vermiş, İrem daha tedavinin ilk haftasında bir - iki kelime söylemeye başlamış. Altı ay sonra tedavi tekrarlandığında İrem'in dili tamamen çözülmüş, çevreyle iletişimi gelişmiş.

Dr. Güvençer bu tedaviyi iki yılda 150 hasta üzerinde uygulamış. "Bunların yüzde 90'ı otistik ya da otistik komponenti olan rahatsızlıklardı" diyor. Tedavi ettiği hastaların yüzde 75'inin son derece olumlu, hatta mucizevi gelişmeler gösterdiğini de sözlerine ekliyor.

"Otizm bir iletişim hastalığıdır" diyor Özgüvenç. "Kendi dünyasında yaşayan bu hastaların etrafla iletişimi, lisanı iletişim amaçlı kullanımı kısıtlıdır. Filmlerde görmüşsünüzdür; elleriyle kulaklarını kapatmaları, seslere aşırı tepki vermeleri hatta kriz geçirmeleri bunun bir göstergesidir. Otizmi tamamen tedavi etmek mümkün değil ama çocuğun işitsel bozuklukları giderilirse dışarıyla iletişimi kolaylaşacaktır. Çocukların diğer tedavilerle beş - on yılda katedebilecekleri yolu bu tedaviyle 15 gün - altı ay gibi kısa bir sürede alabilmek bu alanda gerçekten devrim sayılabilecek bir gelişme!"


Eskiden otistikti...

Zeynep Saatçioğlu 15 yaşındaki oğlu Cem'in otistik olduğunu söylüyor. "Konuşmakta ve algılamakta zorluk çekiyor, bazen bazı şeyleri beş kez anlatmak gerekiyordu. Normal bir okula gidiyordu ama sürekli eğitim takviyesi alıyordu. Orta bir öğrencisi olmasına rağmen ayakkabısını, kravatını bağlayamıyor, yalnız başına dışarı çıkamıyordu." Cem'in bu durumunu düzeltebilmek umuduyla Hacettepe Üniveritesi'ndeki uzmanlara başvuran ailesi, "otistik olduğu için yapacak bir şey olmadığı" cevabını almış. Üç yaşından beri doktorluğunu yapan Dr. Güvençer iki buçuk yıl kadar önce İşitsel Eğitim'i Türkiye'ye getirince, bu yöntemi Cem'de uygulayabileceklerini söylemiş. Tedavi olumlu sonuç vermiş. "Cem şimdi yaşıtlarıyla aynı düzeyde. Düşünüşünde, davranışında, okul hayatında büyük gelişme oldu. Sınıfın en alt seviyesindeyken şimdi en iyiler arasında" diyor anne Zeynep Saatçioğlu.

Pekçok anne - baba bunu "mucizevi bir tedavi" olarak nitelendirse de, Dr. Güvençer İşitsel Eğitim'in, uyguladığı hastaların yüzde 30'unda hiç etkisi olmadığını söylüyor. "Ama tedavi ettiğim hastaların yüzde 75'inde büyük gelişmeler oldu, hatta bazıları dev adımlar attı. Bu gerçekten umut verici ama bunu 'mucize tedavi' olarak nitelemek yanlış olur." Güvençer ne derse desin, artık yüzü gülen ailelerin ortak kanısı şu: "Kaybedecek bir şey ya da bir yan etki yok. Çocuklarımızın geleceği için denemeye değer."

NASIL UYGULANIYOR?
Her tür müzikle

İşitsel Eğitim'de Dr. Guy Berard'ın buluşu olan "audiokinetron" adlı bir cihaz kullanılıyor. Bu cihaz başka bir ses kaynağından verilen sesleri modüle ediyor, sesleri 15 - 25 bin frekansa kadar değiştirebiliyor. Bir kaset ya da diskçalarla bağlantılı olarak kullanılan "audiokinetron" programlanarak, hastanın durumuna, ihtiyaçlarına göre frekanslar arttırılabiliyor. İstenmeyen frekanslarsa yok edilebiliyor. Sağ ve sol kulağa ayrı ayrı desibelde, volümde ses verilebiliyor. Müzik türünün tedavide bir önemi yok. Ama çocukların zevkle dinleyebilmesi için melodik, zengin ritmli müzikler tercih ediliyor. Çeşitli frekanslar beynin ilgili bölümlerine bu müziğin içinden kamufle edilerek yollanıyor. Beyne ulaşan bu ses dalgaları beynin bazı bölgelerini uyarıyor ve tüm frekans eşiklerini eşit düzeye getirerek aşırı duyarlılık, asimetrik ya da ağrılı algılamayı ortadan kaldırıyor ya da minimuma indiriyor.

İşitsel Eğitim günde iki kez 30'ar dakikalık seanslarla iki haftada gerçekleştiriliyor. Toplamı 10 saat olan 20 seansta tedavi tamamlanıyor. Tedavinin etkileriyse onbeş gün - altı ay içinde görülebiliyor. Altı ay sonunda istenen gelişme sağlanamamışsa tedavi tekrarlanıyor.

AYDIN BİR YILDA İYİLEŞTİ

Anaokulu öğretmeni olan ablası diğer çocuklardan farklı olduğunu gördüğünde Aydın beş yaşındaymış: "Okulda çalışmalara katılmıyordu, içine kapanık, asosyal ve agresifti. El fonksiyonları ağırdı ve konuşması akıcı değildi." Bir yıl önce Dr. Murat Güvençer'in zihinsel gelişme bozukluğu teşhisi koyması üzerine İşitsel Eğitim'e başlanmış. "Aydın buraya 'müzik denlemeye' zevkle geliyordu. Daha tedavi esnasında gelişmeler oldu. Şimdi tüm sorunları düzeldi. El becerileri okuldaki eğitimin de yardımıyla hızla gelişti, agresifliği kalktı. Okuldaki öğretmenleri de tedavinin başlangıcından itibaren büyük gelişme gösterdiğini söylüyor. Şimdi yaşıtlarından hiçbir farkı yok" diyor ablası.

FATMA ORAN - MİNE AKVERDİ
22 Ekim 98 tarihli Aktuel Dergisi

MAHALLEDE ENGELLENENLER


MAHALLEDE ENGELLENEN ENGELLİLER ADINA

Hiç mahallede engellenen bir engelli gördünüz mü? Yok, canım daha neler dediğinizi duyar gibiyim. Mahallelinin işi gücü yok engelliyi engelleyecek bu kadar işinin arasında. Haklısınız. Sorun da bu zaten. Mahallelinin o kadar işi var ki engelliyi engellemeyi bile düşünecek durumda değil. Keşke "görseler" de engelleseler.

Mahalleli kendine dert edindiği şeylerle meşgul olur. Kendi gibi olmasını istediklerini, evirmeye, çevirmeye çalışır. Kendisi gibi olamayacak olanlarla hiç uğraşmaz. Ya da sonuç alamayacakları insanlarla. Çünkü hedefleri yaşantılarını başkalarına modellemek ve tek tip bir yaşantının içinde huşu içinde yaşamaktır. Oysa engelliler ve aileleri başka dünyanın insanlarıdır onların gözünde. Gerekmez uğraşmaya sadece arada bir hatır sorarlar günü ve insanlığı kurtarmak adına. Tabii insanlığı böyle kurtaracaklarını düşünerek. Sosyal devlet, sosyal insan kavramları da ne ki mahallelinin gözünde. Çok biliyormuş gibi bakarlar konuştuğunuzda. Zeytinyağı gibi savunma da yaparak. "Geçenlerde bizim orda zavallı bir engelli gördüm. Yüreğim sızladı hemen yanına gidip halini sordum. Ay içim ezildi" söylemleriyle geceyi daha huzurlu geçirirler vazife galibi olarak. Bu kadar kolay mı ?

Mahallede engellenen bu kadar sağlam insan varken nereden çıktı bu engelliler derseniz zaten söylemlerimize aldığımız baskıcı mahalleliye bir adaysınız demektir. En azından bu yazıyı okuyanların baskıcı mahalle tezinden çok uzakta olduğunu bilmek bile engellilerimiz adına mutluluk vericidir aslında. Toplumun heterojen yapısı giderek özellikle "kadın" ayrımıyla bu kadar popülerken araya engellileri de biraz sosyal insan yaklaşımıyla topluma kaynaştırmanın sizlerin gözünde mahsuru olmasa gerek. Çok önceleri söz konusu olması gereken kaynaşmanın. 21. yüzyılda hala konuşuluyor olmasının da üzüntü verici olduğunu bilerek. Bu arada evinde tuvalete bile tek başına giremeyen bir engelli, mahallelinin orta yerinde sosyal bir varlık olarak insan olmanın gereği kendi varlığını nasıl sürdürür? Hiç engellinin gözlerinin içine derinlerden bir bakış attınız mı? Milletin kadınların kılık kıyafetleriyle bu kadar meşgul olduğu bir gündemde, engellinin kıyafeti nasıl bulduğu, ne ile geçindiği, ailesinin yaşam savaşı aklınıza geldi mi? Eğitim ve temel bakım şartlarında sosyalsıkıntılar bulunan ve bunun da mahallenin tam ortasında yaşanılan bir gerçek olduğunu ne kadar hissettiniz? Mahallenizde engelli var mı biliyor musunuz ? ... Yıllardır engellenen engellilerin adına sorulacak o kadar soru var ki... Birikmiş sorulamamış, sorulsa da cevabı verilmemiş.

Mahalleli her şeyi bilir. O yüzden mahallelidir ya adları. Bilmedikleri yoktur. Nasıl yaşanması gerektiğinden tutun da bayramda neden eltinize gitmemeniz gerektiğine kadar. Tüm yaşamlar iç içe geçmiştir. Engelliler ve aileleri de bu durumdan nasibini alır elbette. Bu engellinin nasıl doğduğuna, hatanın nerede olduğuna, ailenin iyi bakıp bakamadığına, bakamıyorsa mahalleliye göre nasıl bakmasına vs vs vs Her şeyi bilirler yani. Bilmedikleri sadece " ne zaman ölecekleridir " Onu bile tahmin ederler Allah bilir yine desöylemleriyle. Ama bilmedikleri çok önemli bir şey vardır tümünün. Herkesin "kendisi" olması ve
"kendisi olması için her işe karışılmaması" Engelliler ve aileleri de "kendi" şartlarında, bildikleri gibi, ayakta kalabildikleri şekilde yaşama hakkına tüm insanlar gibi sahip olmalıdır. Bunu kestiremezler. Anlayamazlar. Çünkü onlar muhtaçtır tüm topluma. Bu da karışmayı, üzerlerinde hak sahibi olup bildikleri şekilde müdahaleyi getirir. Ailesi ve engelli birey yeterince engelinden dolayı yorgun ve yoğunken bir de mahalleliye uygun davranmak durumunda bırakılır. "Engelliyi yok edemeyiz ama engelliliğin getirdiği sosyal sorunları yok etmek bizim elimizde "diyen tüm sosyal politikacılar, toplum bilimciler bir tarafa mahalleli engelliliği yok edebileceğine inanır, bildikleri şekilde. Denerler her türlü ilacı, yöntemi... Denemeyeni uyarırlar " lafımızı dinlemedi böyleyaşamaya mahkûm " diyerek, kırarak, ruhları daha da yorarak. Gönül yorgunluğu yaratarak, zaten yorgun gönüllere... Demezler ki kimseye demedikleri gibi " Nasıl yardımcı olabilirim. Benim ne yapmamı istiyorsun " olmaz bu sorunun kökü bile uygun değildir. Çünkü mahalle baskısı, mahalleli her şeyi kendisi daha iyi bilir. Bir başkasının yaşamına müdahale haktır ve yerine getirmeyen dışlanmaya mahkûmdur. Bu böyle gider...

"İnsan" her yönüyle sosyal bir varlıktır ötesi düşünülemez. Farkımız da budur tüm canlılardan. Ama mahalleli bilmez bu farkı, yaşar bildiği gibi. İstediğine istediği kıyafeti giydirir, çıkarttırır, açar, kapatır, evlendirir, boşatır... Oysaki korkmamak gerek, mücadele gerek. Tüm toplumun beyninin daha da "açılması"için, görüntünün ötesine geçmek gerek. Bakmak değil görmek gerek.Görmek insanda " insanı" görmek, "insana ulaşmak için "görmek.Yürekleri görüntünün ötesine geçirmek gerek.

Mahallenin engellileri adına
Reyhan Gazel

İŞİTME ENGELİ

Çocuklarda işitme kaybı, gizli bir engel çünkü özellikle de bebekler, duyamadıklarını söyleyemiyor. Oysa işitme kaybı testi sayesinde çocuğun konuşma yetisini yaşıtlarının seviyesine taşımak mümkün.

Türkiye'de yılda yaklaşık bin 800 bebek, koklear implant yani biyonik kulak gerektirecek düzeyde işitme kaybıyla doğuyor. İşitme kaybı gerekli önlem alınmadığı takdirde bebeğin gelişimini olumsuz yönde etkileyeceği için, doğum sonrası işitme testi yaptırmak ve erken tanı büyük önem taşıyor.

Çocuklarda işitme kaybı, sessiz ve gizli bir engel çünkü çocuklar, özellikle de bebekler, iyi duyamadıklarını söyleyemiyor. İşitme kaybı fark edilmez ve düzeltilmese, konuşma ve dil gecikmesine, sosyal ve duygusal sorunlara, okul başarısızlığına yol açıyor. Tanı geciktikçe olumsuz etkiler de fazlalaşıyor.

Sağlık Bakanlığı'nın verilerine göre, her bin bebekten 1 ila 3'ü ileri derecede kalıcı işitme kaybı ile doğuyor. Buna göre, Türkiye'de yılda yaklaşık bin 800 bebek, koklear implant yani biyonik kulak gerektirecek düzeyde işitme kaybıyla doğuyor, ancak bunların erken ve zamanında tesbiti konusunda sorunlar yaşanıyor. Doğduktan sonra en geç 6 ay içinde işitme engeli teşhisi konulan ve işitme cihazı uygulanıp özel eğitime alınan bebeklerin konuşma becerisi ise normal yaşıtlarına benzer düzeyde gelişebiliyor.

Doğuştan işitme kayıplarının erken teşhis edilmesinin ve bu tip bebeklere erken müdahalenin öneminin belirtilmesinden sonra, yine her bin bebekten 3'ünün işitme kaybıyla doğduğu ve bu durumun en sık görülen doğumsal bozukluk olduğu saptanan Amerika Birleşik Devletleri'nde birçok eyalette, yenidoğan işitme tarama testleri rutin hale getirilmiş bulunuyor. Aynı şekilde Avrupa Birliği'ne üye ülkelerin de bir kısmında yenidoğan işitme tarama testleri rutin tarama testleri kapsamında yer alıyor.

Türkiye'de ise doğuştan işitme kayıpları genellikle en erken 3 yaş dolayında teşhis edilebiliyor. İşitme engeli ve erken teşhis yöntemleri hakkındaki bilgi yetersizliği, erken teşhis sağlayan teknolojilerin yaygın olmaması, teşhis yaşını geciktiriyor. Sağlık Bakanlığı, hastanelerde dünyaya gelen her bebeğe taburcu olmadan işitme tarama testlerini uygulamayı ve işitme engeli olduğu tespit edilen bebeklere gerekli müdahale ve rehabilitasyon çalışmalarının yapılmasını hedefliyor.

Testin güvenilirliği yüzde 97

Uzmanların verdikleri bilgilere göre, ailede sağırlık hikayesi olması, bebeğin 1 kilo 500 gram ağırlığın altında doğması, doğumda uzun süre oksijensiz kalması, suni solunuma ihtiyaç duyması, bebekte yüz-kulak anomalisi olması ve sarılığın çok yüksek seyretmesi gibi işitme kaybı açısından riskli durumlarda testin mutlaka yenidoğan döneminde uygulanması gerekiyor.

Özellikle işitme kaybı açısından riskli bebeklerde, beklenmedik yüksek sesli gürültülerde irkilme, ağlamama veya herhangi bir tepki vermeme, seslenilince başını o yöne doğru hareket ettirmeme, 6-12 ay arasında konuşma sesi çıkarmama, sorulduğunda tanıdık eşya veya kişileri göstermeme gibi belirtiler fark edildiğinde, daha ayrıntılı işitme testlerinin yapılması gerekiyor.

Uzmanların bildirdiklerine göre, tüm yenidoğan bebeklere eve gitmeden önce hastanede işitme testi yapılması en uygunu. Unutulmaması gereken nokta, bunun bir tarama testi olduğu, yalnızca doğumsal işitme kaybı riski olan bebekleri belirleyebileceği, sonradan oluşabilecek işitme kayıpları için bir garanti olmadığı ve anne-babanın, bebeğin diğer gelişimlerini nasıl takip ediyorlarsa işitme duyusunu da takip etmeleri gerektiği.

Uzmanların verdikleri bilgilere göre, tarama testi olarak adlandırılan Otoakustik Emisyon Testi'nde, bebeğin kulaklarına belli şiddette sesler veriliyor ve beyin dalgaları ölçülerek duyup duymadığı anlaşılıyor. Bu test, bebeğinize acı vermiyor, rahatsız dahi etmiyor. Çok kısa süren ve sessiz bir ortamda gerçekleştirilen test, genelde bebeğiniz uyurken yapılıyor; çünkü bebeğinizin test sırasında ağlaması ya da sesler çıkarması, işitme yeteneğini kontrol etmeyi zorlaştırıyor. Test sırasında anestezik veya sakinleştirici herhangi bir şey kullanılmıyor. Bebeğinizin kulağının dış kısmının içine yumuşak uçlu bir alet konulduktan sonra, buradan kulağa ''klik'' sesleri gönderiliyor. Kulak bu sesi işittiği zaman, kulağın iç kısmı (koklea) yankı yapıyor. Test uzmanı, bir bilgisayar aracılığıyla, bebeğin kulağının sese nasıl karşılık verdiğini görüyor.

Uzmanlar, güvenilirliğinin yüzde 97 oranında olduğunu bildirdikleri testin sonucunun olumsuz çıkması durumunda daha ileri işitme tetkiklerine geçildiğini ifade ediyor.

ZİHİNSEL ENGEL


Zihinsel Engel - Mental Retardasyon


Mental retardasyon adaptif davranışlardaki bozukluklarla beraber görülen genel entelektüel fonksiyonların önemli oranda ortalamanın altında bulunması ile tanımlanır ve 18 yaştan önceki gelişimsel dönem esnasında gözlenir. Bu bir hastalık değil ancak entellektüel ve adaptif fonksiyonlardaki bozukluktur. Sebep her zaman bilinmez; nadiren tek bir neden tanımlanabilir. Vakaların %75’inin sebebi bilinmez.


Bilinen sebeplerin bazıları:

· kromozomal anomaliler

· prenatal kusurlar (rubella, alkol kullanımı, ilaç kullanımı)

· perinatal(anoxia)

· postnatal (menenjit, ensefalit, travma, kültürel yoksunluk, ağır malnütrisyon)

Mental retardasyon İntelligence Quaitent (IQ) skorları veya “eğitilebilir” öğretilebilir” “tamamen bakıma muhtaç” şeklinde kategorize edilerek tanımlanır:

· normal entellektüel fonksiyon, IQ=100

· hafif mental retardasyon, IQ=55-70 (eğitilebilir)

· orta derecede retardasyon, IQ=40-55 (öğretilebilir)

· ağır mental retardasyon, IQ=25-40 (bazılarına öğretmek mümkün)

· ileri derecede mental retardasyon, IQ=25’den az (total bakım gerektirir)


( Not: testteki değişkenlere bağlı olarak, bu sınıflamalar her zaman uygun değildir ve her zaman bireysel yaklaşım endikedir.)


MR Ağırlık Dereceleri: IQ Düzeyleri

Hafif (eğitilebilir) MR 55 - 70

Orta (öğretilebilir) Derecede MR 40 - 55

Ağır MR 25 - 40

İleri Derecede MR 0 - 25


Hafif (Eğitilebilir) Mental Retardasyon:

Zeka bölümü çeşitli zeka ölçekleriyle sürekli olarak 45 - 75 arasında tespit edilen zihinsel geriliktir. Gelişimleri normal çocuklardan önemli bir faklılık göstermediği için genellikle okula başlayana kadar farkına varılmazlar. “Eğitilebilir” terimi bu gruba giren çocukların okuma, yazma, matematik gibi temel akademik becerileri öğrenebileceklerini açıklamaktadır. Eğitilebilir zeka düzeyindeki çocuklar temel akademik beceriler yanında öz bakım becerilerini öğrenebilirler, ileride yetişkinlik çağında bütünüyle yada kısmen geçimlerini sağlayabilecek bir iş becerisi edinebilirler.

Özellikleri:

Normal yaşıtlarına göre daha geç ve güç öğrenirler. Dikkatleri dağınık ve kısa sürelidir. Kazandıkları bilgileri transfer edemezler, genelleme yapamazlar, ilgileri sık sık değişir. Konuşma bozuklukları oldukça yaygındır. Sosyal kavramları öğrenmede grup etkinliklerine katılma ve kurallarına uymada güçlük çekerler. Kendilerine güvenleri azdır, bağımsız hareket edemezler ve sebatsızdırlar.

Yapılacak İşlemler ve Rehberlik:

Rehberlik ve Araştırma Merkezi tarafından uygulanan bireysel ve grup zeka testleri sonucunda eğitilebilir zeka düzeyinde olduğu tespit edilen öğrenciler, hazırlanan inceleme raporları ile birlikte normal ilkokullar bünyesinde açılan özel eğitim sınıflarına kayıt edilirler. Özel sınıflar, Rehberlik ve Araştırma Merkezi Müdürlüğünün araştırma ve inceleme sonucuna bağlı olarak yapacağı teklife göre, Valilik Makamının onayı ile açılır ve kapatılır. Eğitilebilir çocukların tespiti ve bu sınıflara yerleştirilmesi Rehberlik ve Araştırma Merkezi Müdürlüğünce yapılır. Özel eğitim sınıflarında sınıf mevcudu 10’ dan aşağı, 15’ den yukarı olmayacak şekilde oluşturulur. (Öğrencinin özel eğitim sınıfına devam etme imkanı olmadığı takdirde (özel eğitim sınıfı açılmaması) durumunda) bu öğrenciler normal sınıfta kaynaştırma eğitimine alınırlar (Özel eğitim, Rehberlik ve Dayanışma Hizmetleri Genel Müd. 20.04.1988 gün ve 1198 sayılı Bakanlık Genelgesi).

Zihinsel engelli çocukların eğitim uygulamaları yönetmeliği madde 80-81’ e göre gerek kaynaştırma, gerekse özel eğitim sınıf öğrencileri sınıf tekrarı yapmaz, mecburi öğrenim çağını dolduran veya 5. Sınıfı okuduğu halde henüz diploma alabilecek seviyeye gelmemiş Eğitilebilir Zihinsel Engelli çocuklar velisinin isteği ve okul idaresinin uygun görmesi halinde 16 yaşının sonuna kadar öğrenimlerine devam ederler. Eğitilebilir zeka düzeyindeki çocukların diplomalarına, özel sınıfta okudu, kaynaştırma programından faydalandığı ibaresi yazılmaz.


Orta (öğretilebilir) Derecede Mental Retardasyon:

Zeka bölümü çeşitli zeka ölçekleriyle sürekli olarak 25-44 arasında tespit edilen zihinsel geriliktir.

Genellikle engelleri okul öncesi dönemlerde fark edilmektedir. Gelişim özellikleri normal çocuklardan önemli farklılıklar göstermektedir. Genel olarak erken tanı ile, ana-baba yardımı ve yeterli eğitim fırsatları ile günlük bakımlarından kısmen bağımsız olarak yaşamlarını sürdürebilirler.

Özellikleri:

Öğretilebilir zeka düzeyindeki çocuklar okul öncesi dönemde iletişim kurmayı öğrenebilirler, genelde ağır düzeyde konuşma bozuklukları ve kendilerini ifade etmede güçlük mevcuttur. Sosyal kuralları öğrenmeleri ve uygulamaları zayıftır. Öğrenmeleri yavaş, kavramlaştırma yetileri çok kısıtlıdır.


Ağır Mental Retardasyon ve Zihinsel Engele Neden Olan Faktörler:

Zeka bölümü 25 ve altında olan zihinsel geriliktir. Bu çocuklar için tam bir denetim gerekir. Kendilerine bakamaz ve koruyamazlar. Çoğunun ciddi nörolojik bozuklukları vardır. Sıklıkla tıbbi bakıma gereksinimleri olur. Çocukluk dönemlerinde ölüm oranı yüksektir. Çocukluk çağını aştıklarında sürekli bakıma gereksinimleri vardır.

Özellikleri:

Bu çocuklar okul öncesi dönemde sensori motor (görme işitme gibi duyular) işlevlerde çok az gelişme gösterirler. Bazıları yürümeyi ve ilkel seviyede konuşmayı öğrenebilir. Çok iyi düzeyde eğitim verilirse, kendilerine bakma iletişim kurma becerilerinde hafif bir gelişme olabilir.

ENGELLİLERDE AİLE EĞİTİMİ


Aile; saygı, mutluluk, huzur, koruma, paylaşma, güven, birlik beraberlik gibi olguları içinde barındıran sosyal bir kurumdur. Anayasamızın 41. maddesine göre “Aile, Türk toplumunun temelidir.” denmektedir. Ailenin önemini vurgulayan bu madde toplumsal olarak bakış açımızı net bir şekilde yansıtmaktadır. Yapılan araştırmalar sonucu ülkemizde 7.5 milyon engelli birey vardır. Yaklaşık olarak 35 – 40 milyonluk bir kesimi etkileyen 7.5 milyonluk kesimin önemi hiçbir zaman yadsınmamalıdır. Ailelerin en önemli sorumluluğu çocuklarını en iyi şekilde yetiştirmeleridir. Zihinsel engelli çocuklar, diğer çocuklardan daha fazla eğitilmeye, sevilmeye ve temel gereksinimlerinin karşılanmasına gereksinim duyarlar. Aralarında tek bir fark vardır bu da eğimlerinde ki araç gereç ve yöntem farklılığıdır. Burada önemli olan ailelerin; çocuklarına iyi bir eğitim verebilmeleri ve ileride ki eğitim öğretim yaşamında üzerlerine düşen görevleri yerine getirebilmeleri için çocuklarının özrü hakkında bilgi sahibi olmaları gerektiğidir. Bugüne kadar özel eğitime gereksinim duyan çocuğun eğitiminde ve gelişiminde doğal eğitimci rolünü üstlenen aileler maalesef göz ardı edilmiş, eğitimde uygulayıcı olmaktan çok, bilgi alıcı olarak rol oynamışlardır. Oysa aile eğitiminin odak noktası, çocuk ve çocukla olan ilişkilerdir. Zihinsel engelli çocuğun doğması, aile içi ilişkileri etkileyecek bir unsur olduğuna göre bu noktada danışmanların çalışmaları önemli bir yer tutmaktadır.

Engelli bir çocuğa sahip olan ailelerin tepkilerini ele almakta fayda vardır. Ailelerin farklı özellikleri olan çocukları olduğunu öğrendikleri anda karmakarışık duygular içine girmeleri kaçınılmaz olacaktır. Bu karmaşık duygular bası psikolojik tepkilere neden olur. Bunlardan başlıcaları; belirsizlik (Amcası da böyleydi, geç konuştu), şok (Her şey bir anda durdu), inkar (Sürekli bilgi toplanır çocuğa konan teşhisle uyup uymadığına bakılır), suçluluk (Eşler suçlanır. Keşke hamilelik sırasında biraz daha dikkatli olsaydım), kızgınlık (Niye benim başıma geldi?), depresyon (Tükenmişlik, yorgunluk, ağlama nöbetleri) ve kabuldür (Gerçekçi plan ve beklentiler). Engelli çocukların ailelerinin geçirdiği aşamalar bir noktaya kadar benzerlik göstermekle birlikte anne babalar zaman zaman bu aşamalar arasında gidip gelebilir yada bir aşamaya takılıp kalabilirler. Bu durumu etkileyen sebepler, kişilik özellikleri, eğitim, sosyo-ekonomik düzey ve diğer insanların tutumu gibi aileden aileye değişiklik gösteren sebeplerdir. Çocuk doğduğunda artık aile yeni bir hayata alışmak zorundadır. Çoğu evlilikler bu sebepten dolayı bitebilmektedir. Bazı aileler utançtan çocuklarıyla birlikte dışarı çıkamazlar. Aile için sosyal çevre küçülebilir. Önemli olan ailenin çocuğu olduğu gibi kabul etmesi ve yeniden hayatlarına uyum sağlamaları için gerekli desteği almasıdır.

“Çocuğun engelli oluşunun öğrenilmesinin yarattığı ilk psikolojik etkiler geçtik ten sonra anne babalarda engelli çocuğa yönelik olarak bazı genelleştirilmiş tutumlar oluşmaktadır. Bu tutumlar değişik biçimlerde görülmektedir.


1) Fazla koruyucu tutum: Zihinsel engelli çocukların aileleri arasında en çok görülen tutum olarak bilinir. Aile çocuk için kendilerince uygun gördüğü her türlü güvenlik öğesine dikkat eder. Aile dışında tehlike, alay edilme, ayıplama vardır. Engelli çocuk bu dünya içinde tutulmaya çalışılır. Hatta bazı vakalarda engelli çocuk misafirin yanına bile çıkartılmaz. Aile çocuğun her ihtiyacını kendi içinde karşılamaya çalışır bu da çocuğun ailesine bağımlı olmasına neden olur.

2) Ayrıcalıklı tutum: Çocuğa aile içinde engelli olduğu için bazı özel haklar tanınır. Bu da diğer çocukların ihmal edilmesine vesile olur. Bu doğru kurulması gereken bir dengedir. Tabi bu tutumun tam terside olabilir. Engelli olduğu için problemli olan çocuğu bir kenara itip ilgisini diğer çocuğa vermek, göstermek bu tutumun içinde varsayılabilir.

3) Her şey özürlü için tutumu: Bu tutumda aile normal yaşantısını kaybeder. Aile içinde herkes maddi, manevi her türlü fedakarlıkta bulunur. Bütün bireyler kendilerini engelli çocuğa adamışlardır.

4) Özürlü çocuğu reddeden tutum: Engelli çocuk bir dert olarak görülür. Her şey için bir ayak bağıdır, engelli çocuktan kurtulmak gerekir. İhmal edilir, bir odaya kapatılır, temel gereksinimleri doyurulmaz ve karşılanmaz.

5) Özrü reddeden tutum: Bazı aileler çocuğun engelli oluşunu kabul etmez. Onlara toz kondurmazlar. Ailelere göre çocuk sağlıklıdır ve bir engeli yoktur. Bunu çevrelerine ve kendilerine inandırmaya çalışırlar.

6) Özürden yararlanma tutumu: Aile engelli çocuğun bu zedelenmesini “Her zaman her yerde olabildiğince sergileyerek çevrenin dikkatini çekmeye çalışır.” Bu dikkat çekmenin amacı acındırmak ve yardım toplamaktır.

7) Normal tutum: Aile; engelli çocuğu olduğu gibi kabul eder ve çocuğun gereksinimlerine uygun gelişim ortamını hazırlar.

Zihinsel engelli çocuğun eğitiminde en önemli ve etkili ortam, doğal olarak içerisinde bulunduğu aile çevresidir. Ebeveynlerin, engelli çocuğuna karşı görevleri normal çocuklarına göre farklılıklar gösterir. Ailenin bu görevi zihinsel engelli çocuğun engelinin zamanında anlaşılmasından, çocuğun topluma ve kendisine kazandırma süreci boyunca devam eder. Zihinsel engelli çocuklara ilişkin çalışmalar uzun yıllar boyunca yalnızca onlara ve engelinin getirdiği gereksinimlere yönelmiş ailelerin eğitimine çok az yer verilmiştir. Oysa çocuğun eğitiminde en önemli öğe ailedir. “İlk kez böylesi bir durumla karşılaşan aile, sorunu nasıl çözeceği, nasıl davranması gerektiği konusunda bilgili değildir. Bilgilendirme konusunda ki görevler psikolojik danışman ve rehberlik uzmanları ile özel eğitim uzmanlarına düşmektedir.”

“Aile eğitimi çalışmaları; yetersizliği olan çocuğun yaşına ve dolayısıyla bir kuruma yerleştirilmiş olup olmamasına bağlı olarak temelde eve dayalı ve kuruma dayalı şeklinde ikiye ayrılmaktadır.”

Eve dayalı aile eğitimi; haftada yada 5 günde bir olmak üzere eğitimcinin engeli olan çocuğun evine gitmesi, çocuğun yapabildiklerini aileyle beraber değerlendirmesi, çocuğun yapabildiklerine dayalı olarak amaçların belirlenmesi, bu amaçların nasıl gerçekleştirileceğinin eğitimci tarafından aileye gösterilmesi basamaklarından oluşur.

Kuruma dayalı aile eğitim programları ise, ailenin çocuklarının davranışlarıyla baş etmede kullanacakları yöntem ve işlem süreçlerini göstermeyi amaçlar. Genellikle 8 – 10 hafta yeterli olur. Bu eğitimlerin yararları şu şekilde özetlenebilir. Bunlardan birincisi, ebeveynler çocuklarının gelişimini, güçlü ve zayıf yönlerini öğrenir. İkincisi, eğitim programına karar verme, eğitimini üstlenme, hak ve sorumlulukların paylaşılmasının öğrenilmesidir. Üçüncüsü, aile eğitim programı hakkında bilgilendirilerek kendilerine düşen görevi yerine getirmeleri sağlanır. Dördüncüsü, ailenin okul programını evde uygulamanın etkili yollarını aramalarına olanak sağlar. Beşincisi, engelli çocukların eğitimleri için şimdiki ve gelecekteki en önemli kaynaklarının farkına varılmasının sağlanmasıdır. Son olarak altıncı ise engelli çocuklarına yardım etmekten dolayı kendilerini psikolojik olarak rahatlamış hissetmeleridir.

Uzman eğitimcinin veya danışmanın anne baba eğitiminde izleyeceği yollar şu şekilde özetlenebilir;

1) Zihinsel engeli olan çocukların öğretmenleriyle ebeveynler arasında içten bir ilişki kurulmalıdır.

2) Gereksiz ve hatalı tesellilere ve inkarlara gidilmeden, ailenin varolan suçluluk duygularını gidermeye çalışılmalıdır.

3) Ebeveynlerin aşırı kollayıcı tutumlarının çocuk gelişmesini olumsuz yönde etkileyeceğini gösterip çocuğu daha bağımsız kılmalarında yardımcı olunmalıdır.

4) Çocuğun gelişme olanağı bulunduğunu göstermeli yeteneklerini gerçekçi olarak değerlendirilip desteklenmesini sağlamalıdır.

5) Ebeveynlere zeka geriliği olan çocuğun durumu gösterilmeli, anlatılmalı ve yavaş yavaş kabul etmesi sağlanmalıdır.

6) Ebeveynlerle ihtiyacına ve duruma göre mümkün olduğu kadar görüşme yapılmalı ve problem hakkında teselli olması sağlanmalıdır.

7) Ebeveynler okula toplanacak çocukları okul etkinlikleri içinde görmeleri sağlanmalı, başka kimselerinde benzer problemlere sahip oldukları gösterilmeli ve ailelerin problemler üzerinde kendi aralarında bireysel ve grupça konuşmaları sağlanmalı, uygun çözüm yolları bulmalarına olanak verilmelidir.

8) Ebeveynlere okulda çocuğa yaptırılan faaliyetlerin ve kazandırılmaya çalışılan alışkanlıkların devam ettirilmesi gösterilerek telkin edilmeli, çocukların neleri ne derece yapabilecekleri anlatılmalıdır.

Sonuç olarak bugüne kadar göz ardı edilen ailelerin aslında, zihinsel engelli çocukların eğitiminde en önemli unsurlardan biri olduğunu düşünüyorum. Burada esas dikkat edilecek nokta bana göre bu eğitimin kim tarafından ve nasıl verileceğidir. Bu aile eğitimini danışman verirse, hem aileler çocuklarının eğitimine nasıl katkıda bulunacaklarını öğrenir hem de ailenin içinde bulunduğu psikolojik durumda, ailenin bu stres faktörlerine uyum sağlayıp çözümlemesi sağlanabilir. Eğer bu alanda uzman bir danışman yoksa, özel eğitim uzmanı da psikolojik yardımla ilgili gerekli yönlendirmeleri yaparak aile eğitimini verebilir. Bu eğitim, engelle ilgili bilimsel bütün öğeleri içinde barındırmalıdır. Küçük el broşürleri, doktorların, danışmanların aktaracağı bilgilerle bu bilimsel öğeler ailelere sağlanabilir.

Sırasıyla ailenin ilk psikolojik tepkilerinden, bu tepkilerin sonucunda ailelerin tutumlarından, aile eğitim çalışmalarından, danışmanın izleyeceği yollardan ve danışmanın dikkat etmesi gereken ana noktalardan bahsettim. Bu bahsettiğim öğeler bana göre aile eğitimi için yeterli olacak ana noktalardır. Ama bu konu çoğunlukla göz ardı edilmiş olduğu için yeterli veri ve kaynak yoktur. Bazı üniversitelerin ilgili bölümlerinde (Çocuk gelişimi, Özel eğitim öğretenliği vs.) ders olarak verilen bu konu bence daha fazla araştırılmalı ve sınırları iyi çizilmelidir.

HİPERAKTİVİTE

Son 25-30 yıldır Çocuk Psikiyatrisi kliniklerinde dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) tanısı popülaritesini korumaktadır. Tarihsel süreç içinde minimal beyin disfonksiyonu, hiperkinezi, hiperkinetik sendromu ve hiperaktiviteli dikkat eksikliği sendromu gibi farklı isimlerler ele alınmış, son sınıflama sisteminde ise dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olarak tanımlanmıştır. DEHB tanımı ile yukarıda sayılan tanımlar arasında belirgin farklılıkların olduğu bir gerçektir. Günümüzde DEHB alt tipleri tarif edilerek tanısal yaklaşım sınırları genişletilmiştir.

DEHB çocuklu çağının en önemli psikiyatrik sorunlarının başında gelir. Aileyi, okulu ve toplumu ilgilendiren yönleriyle ve geniş anlamıyla bir eğitim ve öğretim sorunudur. Sorunun erken teşhisinde tedaviden elde edilen sonuçların yüz güldürücü olması hiperaktivitenin sağlık ve eğitim alanında çalışanlar tarafından mutlak bilinmesi gerekli konular arasında yer alması gerçeğini göstermektedir.

Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu,

Aşırı hareketlilik,
Dikkat eksikliği ve
İmpulsivite olarak sınıflandırılabilen üç temel belirti kümesinden oluşur.

AŞIRI HAREKETLİLİK (HİPERAKTİVİTE)

Aslında her çocuğun hareketli olması beklenir. Çocuk koşar, düşer ve gürültü çıkararak oynar. Bunların hepsi doğal karşılanabilir. Ancak DEHB’da ise çocuğun hareketliği aşırıdır ve yaşıtlarıyla kıyaslandığında farklılık hemen anlaşılır. Genellikle bu çocuklar bir motor tarafından sürülüyormuş gibi sürekli hareket halindedirler. Bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjileri vardır. Yükseklere tırmanır, koltuk tepelerinde gezer, ev içinde koşuşturur ve dur sözünden anlamazlar. Sakin bir şeklide oynamayı beceremez, bir süre sakin bir şekilde oturamazlar. Oturmaları gereken durumlarda ise elleri ayakları kıpır kıpırdır. Çok konuşur, iki kişi konuşurken sık sık lafa girerler. Masanın başında oturamaz, dolayısıyla derslerini uygun mekanlarda çalışamazlar.

DİKKAT EKSİKLİĞİ

Çocukta dikkat kusuru özellikle eğitim hayatının başlamasıyla belirgin hale gelir. Okul öncesi dönemde de her şeyden çabuk sıkılan ve bıkan bu çocuklar, oyuncaklardan dahi sıkılıp kısa bir süre sonra onları parçalamayı tercih ederler. Okulun başlamasıyla birlikte öğrenmeye karşı ilgisizdirler. Ödev yapmayı sevmez, anne/baba ve öğretmenin zoruyla ödev yaparlar. Ödevleri yapmakta hayli zorlanırlar. Masanın başına oturamaz, otursalar dahi çeşitli bahaneler uydurarak (tuvalete gitme, su içme gibi) sık sık masa başından kalkarlar. Anne /babayı ders çalışırken sürekli yanlarında isterler. Üzerine aldıkları bir işi sürekli bitirmekte zorlanır, bir işi bitirmeden hemen diğerine geçerler. Kendileriyle konuşulduğunda sanki konuşanı dinlemiyormuş görüntüsü verirler. Bir komutu birkaç defa söyledikten sonra yerine getirirler.

Sınıfta dersi takip etmedikleri gözlenir. Dışarıdan gelen uyarılarla hemen dikkatleri dağılır. Ders dışı işlerle fazlaca ilgilenir, elindeki kalem, defter ve oyuncak gibi malzemeyle uğraşır, dersi takip edemezler. Derste sıkılmaları nedeniyle sınıfın dikkatini ve huzurunu bozacak davranışlar sergileyebilirler. (derste konuşma, arkadaşlarına laf atma ve garip asker çıkarma gibi).

Okuma ve yazma kaliteleri yaşıtlarından kötü, defter düzeni ve yazıları bozuk olabilir. Okurken sık hata yapabilir ve cümlenin sonunda kelime uydurmalarına rastlanabilir. Unutkandırlar. Sınıfta sık eşya kaybetme yanında, iyi öğrendiklerini düşündüğünüz bir bilgiyi de çabuk unutabilirler. Kendilerine uygun bir çalışma düzeni ve sistemi geliştiremezler. Okuma ve yazmayı genellikle sevmezler. Ders kitabı okumanın yanında hikaye ve roman türü kitapları okumaya karşı da isteksizdirler.

Yaşanan tüm bu öğrenme zorluklarına sınavlarda dikkatsizce yapılan hatalar eklenir. Sabırsızlıkları nedeniyle soruları hızlıca okuma, tam okumama ve yanlış okumalara sık rastlanır. Bu nedenle çok iyi bildikleri bir soruyu dahi yanlış cevaplayabilirler. Test sınavlarında çeldiricilere kolaylıkla kanarlar. Özellikle ilkokula başladığı yıllarda sınav kağıdını öncelikle vermeyi marifet sayarlar. Sonunda bilgileri ve bildiklerinden daha azı oranında not alırlar.

Dikkat eksikliği okul öncesi dönemde pek fark edilmeyebilir. Ancak bu çocukların bir kısmı ders dışı işlerde de çabuk sıkılma belirtileri gösterirler. Zeka düzeyi iyi olan ve ek olarak özel öğrenme güçlüğü olmayan çocuklar ilkokulun 3.ve 4.sınıflarına kadar derslerde sorun yaşamayabilirler. Çalışmadıkları ve dersi iyi takip etmedikleri halde notları kötü olmayabilir. Derslerin ağırlaşmasıyla birlikte başarıda ciddi düşüşler yaşanmaya başlanır.

Ev içinde günlük yapmaları gereken işler konusunda sorumluluk almak istemezler. Genellikle dağınıktırlar ve kurallardan hoşlanmazlar.

İMPULSİVİTE (DÜRTÜSELLİK)

Sonunu düşünmeden eyleme geçme olarak tarif edilebilecek olan impulsivite, bu çocukların uyumlarını bozan en ciddi belirti kümesidir. Sabırsızlıkları, sırasını beklemekte güçlük çekmeleri ve yönergeleri dinlemeleri tipik özellikleridir. Sonuçta kendisi ve çevresindekiler için zararlı olabilecek fevri hareketleri ve sınır tanımadaki zorlukları davranış sorunlarının ilk habercileri gibidir. Yaşıtlarıyla birlikte olduklarında olaylara aşırı tepki vermeleri ve fiil ve sözle arkadaşlarını rahatsız etmeleri nedeniyle toplum içinde istenmeyen adam ilan edilirler.

ALT TİPLERİ

Önceleri dikkat eksikliği hiperaktivite tablosunun aynı yoğunlukta bulundukları düşünülürdü. Oysa şimdi DEHB’nun farklı alt tipleri tariflenerek tanısal yaklaşımlar yeniden düzenlenmiştir.

Dikkat eksikliği hiperaktivite BİLEŞİK TİP
K
lasik anlamda DEHB dendiğinde anlaşılan bileşik tiptir.
Dikkat eksikliği belirtilerinin yanında hiperaktivite belirtileri de bulunmaktadır.

Dikkat eksikliği hiperakitvite HİPERAKİTVİTE ve İMPULSİVİTENİN ÖNDE GELDİĞİ TİP

Hiperakitvite ve impulsivite belirtileri belirgin iken eksikliği belirtileri daha az gözlenir. Genellikle ders başarıları kötü değildir, ancak bulundukları ortamda hiperakitvite ve impulsiviteleri nedeniyle uyum sorunu yaşarlar.

Dikkat eksikliği hiperakitvite DİKKATSİZLİĞİN ÖNDE GELDİĞİ TİP

Dikkat eksikliği belirtileri belirgin iken hiperakitvite ve impulsivite belirtileri daha az gözlenir. Genellikle ders başarıları iyi değildir, ancak hiperakitvite ve impulsiviteleri belirgin olmadığından uyum sorunu yaşamazlar.

GÖRÜLME YAŞI, CİNSLER ARASI FARK VE GÖRÜLME SIKLIĞI

Belirtilerin 7 yaşından önce başlaması gerekir. Genellikle 4-5 yaşlarında belirtiler belirgin hale gelir. Ancak bir kısmı bebekliklerinden itibaren huysuzlukları az uyumaları ve az yemeleri ile dikkat çekerler. Okul döneminin başlamasıyla dikkat eksikliğine bağlı öğrenme sorunlarının gündeme gelmesi ve arkadaşlarla olan sorunları aileyi tedirgin etmeye başlar. Ergenlik döneminde ise okul başarısızlığı yanında davranış sorunları ve aileye karşı gelişen tutumlar gözlenir. Ergenlikte aşırı hareketsizlik azalır ve yerine çabuk sıkılma ve dikkat kusuru belirgin olur.

Erkek çocuklarda kızlara oranla daha sık rastlanır. Erkek çocuklarda genellikle hiperaktivite ve impulsivite belirtileri ön planda iken, kız çocuklarında daha çok dikkat eksikliği belirgindir. DEHB her kültür ve toplumda görülen bir bozukluktur. Toplumda görülme sıklığı farklı araştırmalarda farklı sonuçlar elde edilmesine karşın yaklaşık %5-6 gibidir.

DEHB’NA EŞLİK EDEN DİĞER PSİKİYATRİK SORUNLAR

DEHB çocuklarda karşı gelme bozukluğu ve davranım bozukluğu ile birlikte görülebilir. Ayrıca, özel öğrenme güçlüğü sıklığı bu çocuklarda daha fazladır. Özel öğrenme güçlüğü ile birlikte görüldüğünde ders başarısızlığı çok daha belirgin hale gelir.

NEDENLERİ

Son 15-20 yılda yapılan araştırmalar DEHB’nun organik kökenli olduğu görüşünü hakim kılmıştır. Yeni araştırmalar beyin glikoz metabolizmasındaki bozukluklar üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu çocukların özgeçmişlerinde hamilelikte ilaca maruz kalma ve intra uterin infeksiyonlar, zor doğum, düşük doğum ağırlığı,geçirilmiş M.S.S infeksiyonları dikkat çekmiştir. Bozukluğun genetik geçişi üzerinde durulmuş ve bu çocukların 1.dereceden akrabalarında DEHB oranı daha yüksek bulunmuştur. Kaotik alie yapısında yetişen ve ağır ihmal ve tacize maruz kalan çocuklarda da DEHB belirtileri gözlenebilmektedir.

ÜLKEMİZDE HİPERAKTİVİTE

Batı toplumlarında ve özellikle A.B.D’de DEHB tanısının fazlaca konduğu tartışmaları sürerken, maalesef ülkemizde Çocuk Psikiyatristi sayındaki yetersizlik bu çocuklardan önemli bir kısmının zamanında gerekli tedavi programına alınmasını engellemektedir. Toplumumuzdaki hiperaktivite konusunda yanlış ve eksik bilgilerin tedaviyi engelleyici veya geciktirici bir yanı vardır. Halk arasında DEHB belirtileri yanlış bir şekildi üstün zekalı olma, şımarıklık, terbiyesizlik, tembellik ve huysuzluk gibi terimlerle izah edilmeye çalışılır. Dolasıyla belirtileri görmezlikten gelmeden, şiddet uygulamaya kadar geniş bir yelpazede çözüm aranır. Belirtileri bu sorunun yansımaları olarak görmek yerine suçlu aramak ve sonunda çocuğu cezalandırmak aslında en büyük çözümsüzlüğü üretmek demektir.

Anne/babaların sürekli birbirlerini suçlayarak, ‘adeta sorunun nedeni ben değilim’ mesajını vermeye çalışmaları, ev içindeki huzuru bozarak çocuğa ulaşmamızı daha da güçleştirir. Başta eğitimciler olmak üzere çocukla ilgili her kesimin DEHB hakkında temel bilgilere sahip olması gerekir. Toplumda yaygınlığı hiç de azımsanmayacak oranda olan bu sağlık ve eğitim sorunun erken teşhisi anne-baba-çocuk üçgeninde oluşacak yanlış tutumların en aza indirilmesini sağlar.

TEDAVİ

Tedavinin ilk şartı, aile okul ve hekim arasında sıkı işbirliğidir. Çünkü DEHB evde olduğu kadar okulda da sorun yaşanmasına neden olur. Öğrenmeyle ilgili sorunlar yanında arkadaş ilişkilerinde yaşanan sorunlar ve kurallara uyma güçlüğü aile ve okulun ortak ve sağlıklı yaklaşımlarıyla aşılabilir.

Öncelikle ailenin hiperaktivite hakkında bilgi sahibi olması gerekir. Çünkü çocukta var olan sorunların nedenlerini başka yerlerde aramak, çözüm üretmeyi engellediği gibi, telafisi mümkün olmayan yanlış yaklaşımlar sergilenmesine neden olacaktır. Çocukla olan ilişkimizi düzenleyebilmek için DEHB belirtilerini yanlış yorumlamamak gerekir. Çocuğun davranışlarını ya da derslerle ilgili zorluğunu yaramazlık ya da tembellik olarak yorumlayan anne-babalar çocukla ilişkilerinin bozacak derecede sürekli ceza verme eğilimindedirler. Oysa bu çocukların cezalardan pek anlamadıkları kısa süre içinde görülecektir. Tedavide çocukla yeniden sağlıklı ilişki kurabilmenin yolları aranır. Ailenin çocuğa yönelik tutumları gözden geçirilerek yanlışlar ayıklanmaya çalışılır.

DEHB’nun tedavisinde ilaçlar önemli yer tutarlar. Dikkat arttırmaya ve davranışların kontrol edilmesine yönelik ilaç tedavisi uzun yıllardır kullanılmaktadır. Stimülanların bulunmasıyla ilaç tedavisinde ciddi gelişmeler olmuştur. Günümüzde DEHB’nun tedavisinde Metylfenidat, dextroamfetamin ve pemolin gibi stimülanların yanında bazı antidepresan ve karbamezapin’den yarar görüldüğü bilinmektedir. Medikal tedaviden elde edilen sonuçlar çocuğun yaşı, zeka düzeyi, ailenin tedaviye uyumu ve sebatı gibi faktörlerden etkilenmektedir. Stimülanların devreye girmesiyle tedaviden elde edilen başarı oranı oldukça artmıştır. Stimülanlar; tedavideki başarıları yanındı, güvenilir ilaç olmaları, çocuklarda bağımlılık yapmamaları ve yan etkilerinin az olması nedeniyle tercih edilirler.

Ülkemizde psikiyatrik ilaç kullanımı konusundaki yanlış bilgilenmeler DEHB olan çocukların gerektiğinde ilaç kullanmalarını da engellemektedir. Ailenin yan etkilerden korkarak ilaç reddetmesi, tedaviyi geciktirmekte ve sonradan geri dönüşümü olmayan sonuçlar doğurabilmektedir.

Öğrenme güçlüğü çeken çocuklarda özel eğitim programlarının uygulanması gerekebilir. Kalabalık sınıflarda dikkatlerinin dağılması nedeniyle öğrenemeyen çocuklara bireysel eğitim öğrenemeyen çocuklara bireysel eğitim desteği verilmelidir. Olumsuz davranışların düzeltilmesi ve yerine olumlu davranışların konulması için çeşitli destekleyici ve davranışçı tedavi teknikleri uygulanabilir.

DİKKAT EKSİKLİĞİ HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU

- Çoğunlukla elleri ayakları kıpır kıpırdır ve oturduğu yerde kıpırdanıp durur.
- Çoğu zaman hareket halindedir ve bir motor tarafından sürülüyormuşçasına koşuşturur durur, yükseklere tırmanır.
- Oturması istendiğinde, oturduğu yerde bir müddet kalmakta güçlük çeker.
- Dikkati konu dışı uyaranlarla çabuk dağılır.
- Zihinsel çabayı gerektiren ders dinleme, ders çalışma, okuma ve yazma görevlerinden kaçar.
- Ödevlerde ve sınavlarda dikkatsizce hatalar yapar.
- Sabırsızdır, sırasını beklemekte güçlük geçer
- Kendisiyle konuşulduğunda sanki dinlemiyormuş izlemini verir.
- Sakin ve gürültüsüz biçimde oynamakta zorluk çeker
- Verilen yönerge ve ödevleri yapmakta zorlanır, bu işi tamamlamadan diğerine geçer
- Çok konuşur, sık sık başkalarının sözünü keser ve lafa girer.
- Çabuk unutur, sık eşya kaybeder.
- Çoğu zaman sonuçlarını düşünmeden tehlikeli işlere girer.


KAYNAK: PEDAM

CEREBRAL PALSY


CEREBRAL PALSY (SP), bebek ve çocuk beyninde oluşan bir hasara bağlı kalıcı duruş, hareket ve denge kusuru. Beyindeki zedelenme ilerleyici değil ancak çocuğun yürüme, denge kurma ve hareketlerindeki güçlük zamanla artabiliyor. Amerikan Hastanesi Fizik Tedavi Ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof. Dr. Nadire Berker'e göre serebral palsi (SP-spastisite), çocukta kalıcı bedensel engele yol açan en sık neden.
Halk arasında ‘spastik çocuk’ olarak bilinen serebral palsili çocuklar Berker'e göre, doğru bakım, tedavi ve eğitimle topluma uyumlu bireyler olarak yaşamlarını sürdürebilir ve ailelerine daha az yük olur. Her anne baba gibi serebral palsili çocukların anne babalarının da çocuklarının mutlu ve sağlıklı olmasını amaçladığını, bu konuda bilgilerini artırmayı, çocuklarını en iyi şekilde tedavi ettirmeyi istediklerini belirten Berker, "Bu nedenle toplumda serebral palsi konusunda bilginin artması gereklidir" diyor.

SP NEDENLERİ NELERDİR?

Serebral palsinin gerçek nedeni bilinmiyor. Ancak beyindeki hasara yol açan bazı risk faktörleri var. Bunlar hamilelik esnasında annenin geçirdiği hastalıklar veya kullandığı ilaçlar, anne baba arasındaki kan uyuşmazlığı, doğum sırasında bebeğin oksijensiz kalması veya doğumdan sonra geçirilen beyin kanaması, sarılık veya başka hastalıklar olarak sayılabilir. "En önemli risk faktörleri bebeğin erken doğması doğum kilosunun düşük olması, doğum sonrası yüksek ateş görülmes" diyen Berker, günümüzde tıp teknolojisinin gelişmesine bağlı olarak erken doğan ve zayıf bebeklerin yaşatılabilmesinin bir sonucu olarak SP’li çocuk sayısının giderek arttığını söylüyor.

BEBEĞİNİZ BAŞINI TUTABİLİYOR MU?

Berker, SP’li çocuklarda görülen sorunlar beyin hasarının oluştuğu yere ve hasarın genişliğine bağlı olduğunu altını çiziyor ve ekliyor: "Üç aya dek başını tutamayan, 8 ayda oturmayan, dönemeyen, 18 ayda yürümeyen bebeklerde SP düşünülür. Bebekte bir sorun olduğunu ilk fark eden genellikle annedir. Anneler bebeklerinin iyi emmediğini, çok ağladığını, başını tutamadığını ve oturamadığını söyleyerek doktora başvurur. Bebeğin tiz sesle ağlaması, üç aydan sonra ellerini yumruk şeklinde tutmaya devam etmesi, gövde kasılmaları, emmemesi, iyi tutamaması, üç aya kadar başını tutamaması, sekiz aya kadar yüzüstü duruştan sırtüstüne dönememesi SP olasılığını düşündürmelidir."
Bu tür gelişim geriliği gösteren bebeklerin çocuk nörolojisi uzmanınca değerlendirildikten sonra gelişimlerinin hızlandırılması için bir an önce rehabilitasyona başlanması gerekiyor.

YAŞ DÖNEMLERİNE GÖRE SP TANISINI DÜŞÜNDÜREN NORMAL GELİŞİM SAPMALARI:

0-1 ay arası
• Devamlı şuursuz ve uykulu olma
• Emme bozukluğu, aşırı kusma
• Etraftan gelen uyarılara cevap vermeme
• Havaleler

2 ay
• Adalelerde anormal kasılmalar

3 ay
• Gözbebeğinde düzensiz titremeler
• Sırtüstü konulduğunda baş ve topuklar zerinde yay gibi durma
• İfadesiz yüz

4 ay
• Başını tutamama
• Başparmağın avuç içinden çıkarılamaması ve elin çok sert bir yumruk halinde tutulması
• Devamlı şaşılık

8 ay
• Dönme ve oturma olmayışı
• El becerisinde gerilik
• Baş tutamama
• Otururken bacakların birbirini çaprazlaması
• Tekme atarken iki bacağı birden itme

10 ay
• Tutunarak ayağa kalkma becerisi olmayışı
• İsmiyle çağırınca yanıt vermeme
• Emeklerken bacakları sürükleme
• Ayağa kalkarken bacakları çaprazlama
• Ağızdan fazla salya akıtma
• Verilen yemeği ağza götürememe
1 yaş

Teşhisin en kolay olduğu devredir. Yukarıdaki belirtilere ek olarak çocuğun yürüyemeyişi, kol ve bacaklarında aşırı sertlikler bir beyin harabiyeti düşündürür.

SP’NİN TEDAVİ YÖNTEMLERİ NELERDİR?

Berker, beyindeki hasarı iyileştirecek bir tedavi yöntemi henüz bulunamadığını söylüyor. Ancak SP'li çocuğun sorunlarının her biri için çeşitli tedaviler mevcut olduğunu belirten Berker, "Sorunlar çok geniş bir yelpazeye oturduğundan tek bir uzmanın SP’li çocuğu tek başına tedavi edebilmesi söz konusu değildir. SP tedavisinde tüm sorunları birden ele alan, çocuğu bir bütün olarak düşünen bir yaklaşım uygulanmalı ve bu yaklaşım içinde çocuğun zihinsel yapısı, kişiliği, iletişimi, eğitimi ve aile yapısı unutulmamalıdır. Tedavi fizyoterapi, konuşma terapisi, eğitim, gerekirse ilaç, ameliyatlar ve cihazların kullanımından oluşur. Ayrıca çocuğun beslenmesi, diş sağlığı, aşıları, aile hayatına katılması asla ihmal edilmemelidir" diyor.

SP’Lİ ÇOCUĞUN TEDAVİ EKİBİNDE KİMLER OLMALI?

Çok boyutlu ve yönlü olan bu tedavi için pek çok uzmanın bir arada çalışması gerekiyor. Tüm dünyada vurgulandığı gibi SP tedavisi bir ekip tarafından sürdürülüyor. Bu ekipte terapistler, doktorlar ve diğer meslek uzmanları bulunuyor. Berker'e göre tedavi ekibi hekimler ve terapistlerin yanı sıra mutlaka aileyi de içermeli. "Aile ekibin en önemli parçasıdır. Anne ve baba çocuğun günlük ruh halini, yeteneklerini ve gereksinimlerini en iyi bilen kişilerdir. Ebeveyn bu doğrultuda tedavi ekibinden istediğini açıkça belirtmelidir. Ailenin gözlemleri, soruları ve fikirleri çocuğun tedavisi için ekibe yol gösterir" diyen Berker, tedavi ekibinin birbirleriyle yakın ve sıkı bir iletişim içinde olmasının şart olduğunu ifade ediyor.
Berker ayrıca, ekibin aileler ile bir araya gelerek ortaklaşa verdikleri kararı bildirmesi, önerilerinin gerekçelerini açıklaması, ailenin ve mümkünse çocuğun onayını alması gerektiğini de söyleyerek, sözlerini şöyle noktalıyor: "SP'li çocuklar mutlaka bu konuda deneyimli, birlikte çalışmayı bilen, birbirinin dilinden anlayan bir tedavi ekibi tarafından izlenmelidir."

OTİZM


Yaygın gelişimsel bozukluklar; erken çocukluk döneminde başlayan sosyal beceri, dil gelişimi ve davranış alanında uygun gelişmeme veya kaybın olduğu bir grup psikiyatrik bozukluktur. Genel olarak bu bozukluklar gelişimin bir çok alanını etkilerler ve süreğen işlev bozukluklarına yol açarlar.

Bu bozuklukların en iyi bilineni otistik bozukluk (infantil otizm olarak da bilinir) olup; karşılıklı sosyal etkileşimde, sözel iletişimde bozukluklar ve basmakalıp stereotipik davranış örüntüsü ile karakterizedir. İnfantil otizm kavramını ilk kez Leo Kanner tarafından 1943 yılında tıp literatürüne kazandırılmış ve 1980'e kadar bu terim kullanılmıştır. 1980 öncesinde Amerikan Psikiyatri Birliğinin sınıflandırmasında yaygın gelişimsel bozukluklar çocukluk şizofrenisinin bir alt tipi olarak sınıflandırılmaktaydı. Amerikan Psikiyatri Birliği, 1994 yılında yaygın gelişimsel bozuklukları 5 bozukluktan oluşan bir grup olarak sınıflandırmıştır. Bunlar:

1. Otistik Bozukluk
2. Rett Bozukluğu
3. Çocukluğun Dezintegratif Bozukluğu
4. Asperger Bozukluğu
5. Başka türlü adlandırılmayan yaygın gelişimsel bozukluk’dur

OTİSTİK BOZUKLUK
EPİDEMİYOLOJİ
Yaygınlık: 12 yaşın altındaki çocuklarda görülme oranı 10.000'de 2-5'dir.

Cinsiyet dağılımı: Erkeklerde kızlardan daha sık olarak gözlenir. Erkek çocuklarda kız çocuklarına oranla 3-5 kez daha fazladır.

Sosyoekonomik durum: İlk çalışmalarda yüksek sosyoekonomik ailelerde daha sık olduğu söylenmekteydi. Ancak son çalışmalarda bir farkın olmadığı, bunun düşük sosyoekonomik ailelerin çocuklarına tanı koymakta gecikildiği belirtilmektedir.

TANI VE KLİNİK ÖZELLİKLERİ
Günümüzde, otizmin prenatal başlangıçlı olduğu kabul edilse de tanı konabilmesi ancak 30-36.’ncı aylarda olabilmektedir. Erken tanı koymakla ilgili güçlüklerin, ilk sağlık hizmeti verenlerin, sık rastlanmayan bu bozukluk hakkında yeterince bilgilendirilmemesinden kaynaklanabileceği bildirilmektedir. Araştırmacı ve klinisyenler, otizme özgü anormal gelişimin bazı göstergelerinin 30 ay öncesi başladığı görüşünde uzlaşmaktadır. Bir çok otistik çocuğun anne ve babası gelişim basamakları açısından çocuklarında iki yaş hatta daha öncesinde anormallikler veya gecikmeler tanımlamaktadır. 0-2 yaşı kapsayan bebeklik dönemi ve daha sonra otizmin en belirginleştiği 2-5 yaş dönemine ait otizmin klinik özellikleri ayrı ayrı aşağıda ele alınmıştır. Ancak anlatılacak olan klinik özelliklerin, otizmin yaygın özellikleri olduğu, her çocuğun kendine özsü özellikleri olabileceği unutulmamalıdır.

BEBEKLİK DÖNEMİ
Otistik özellikler gösteren bebeklerin iki tip davranış biçimi gösterdiği gözlenmiştir. Bunlardan birincisi; sürekli ağlayan, huysuz olarak adlandırılan bebeklerdir. İkincisi ise, sakin, uslu bütün gününü yatakta geçiren bebeklerdir. Acıktıklarında bile ağlamamaları nedeniyle bakımlarının kolay olmasına rağmen, anneden hiçbir ilgi beklememeleri, çevrelerine karşı ilgisizlikleri anne babaları endişelendiren özellikleridir.

1. Fiziksel özellikler: Bu dönemlerde otistik çocukların fiziksel gelişimleri yaşıtlarından farklı değildir. Yaygın uyku ve beslenme problemlerine rağmen hemen hepsi sağlıklı bebeklerdir. Fiziksel olarak bir çok beceriyi olağan yaşlarında kazanmaya hazırdırlar; ancak bazı otistik bebeklerin çevrelerine karşı ilgisizlikleri nedeniyle daha geç yaşlarda oturdukları ve yürüdükleri gözlenmektedir.

2. Sosyal duygusal özellikleri: Normal bir bebek yaşamın ilk 3 ayında, annesine bakar; annesi onunla konuşurken gülümser, agular. Daha ileri aylarda ise her fırsatta kucağa alınmak için kollarını kaldırır, hazırlanır. Tanıdığı kişileri görünce heyecanlanır. İnsanlarla ilişki kurmaktan hoşlanır. Yalnız bırakılınca ağlar, sinirlenir. Oysa otistik bebeklerde bunların tam aksine, kucağa alınmaya karşı isteksizlik gösterme, kucağa alınınca huzursuzluk gösterme veya uygun beden duruşu göstermeme en belirgin özelliklerdir. Otistik bebekler, genellikle çevreleri ile ilişki kurmaz. İnsanların konuşmalarına tepki vermezler. İnsanlar ile göz kontağı kurmaz, çok uzun süre boş bakışlarla oturabilirler.

3. Zihinsel Özellikler: Otistik bebek, etrafındaki insanlara olduğu gibi cisimlere karşı da ilgisizdir; uzanıp onları almak ya da yakalamak istemez. Çevresindeki seslere, cisimlere, hayvanlara ilgi göstermez. Otistik bebeklerdeki bu ilgisizlik ve meraksızlık karşısında, anne babalar, zaman zaman çocukta zihinsel bir problem olduğunu düşünürler.

4. Konuşma özellikleri: Normal bebekler genellikle 1 yaş civarında ilk kelimelerini söylerler. Yaşamın birinci yılında sesler çıkarır, çıkardıkları sesleri farklılaştırır, bu şekilde duygularını, isteklerini ifade ederler. Normal bebeklerde görülen badıldamaların (Ba-ba, ba sesleri, ….) otistik bebeklerde görülmediği belirlenmiştir. Ayrıca diğer kişilerin kendileriyle konuşmasına ya da seslenmesine karşı tepkisiz kaldıkları gözlenmiştir. Bazı otistik çocuklar 0-2 yaş döneminde, tamamen sessiz kalabilir; bazıları ise yaşıtları gibi birkaç kelime öğrenebilir.

Otistik çocuklarda beslenme problemleri yaygın olarak gözlenir. Bunlardan çoğunun ilk aylarda emmesi zayıftır, altıncı aydan sonra beslenme problemleri artar. Birçok bebek, süt dışında tüm yiyecekleri veya katı gıdaları reddeder; bazıları ise normalin üstünde ve hemen her şeyi yiyebilir.

2-5 YAŞ DÖNEMİ

Bebeklik döneminde anlatılan birçok özellikler 2-5 yaş döneminde devam etmektedir. Ancak bu özellikler çocukların gelişimlerine bağlı olarak çeşitlenmiş, farklılıklar ortaya çıkmıştır. 2-5 yaş dönemi, otistik özelliklerin en belirginleştiği, tanı için oldukça önemli bir dönemdir.

1. Fiziksel özellikler: Fiziksel gelişimleri oldukça normal, güzel ve çekici çocuklardır. Motor becerileri genellikle iyidir. Kağıt kesme, boncukları kutuya tek tek koyma veya ipe düzme gibi küçük kas becerilerinin oldukça zayıf olduğu gözlenir. Ancak birçok otistik çocuk mekanik, takmalı-sökmeli oyuncakları kolaylıkla takıp sökebilir.

2. Sosyal-Duygusal Özellikleri: Bebeklik döneminde gözlenen çevreye ilgisizlik daha belirgin hale gelmiştir. Çevresindeki kişilerin ve anne-babanın yüzüne bakmama, hemen hemen her otistik çocuğun özelliğidir. İnsanların gözlerine bakmamaları veya anlık denebilecek kadar kısa bakışlardan sonra hemen gözlerini kaçırmaları dikkati çeker. Tamamen kendilerine ait bir dünyada yaşıyor gibi görünen bu çocuklar, çevrelerinde olup bitenlere karşı çok kayıtsızdırlar. Çağrıldıklarında tepki vermez, konuşurken dinlemez gibi görünürler. Bebekliklerindeki gibi fiziksel temastan kaçınırlar.

3. Zihinsel Özellikleri: Otizmin ilk tanımlandığı yıllarda, otistik özellikteki çocukların çok zeki olduklarına, ancak bu zekanın, problem davranışlarla maskelendiğine inanılıyordu. Otistik çocukların zihinsel gelişmeleri üzerinde yapılan ayrıntılı çalışmalar, en az iki grup otistik çocuk olduğu düşündürmektedir. Birinci grubu normal ya da zihinsel becerileri olanlar, diğer grubu ise zihinsel yönden yetersiz olanlar oluşturmaktadır. Otistik çocukların yaklaşık %40'ı 40-55, %30'u 50-70 ve %30'u 70 ve daha fazla IQ skoruna sahiptir. Otistik çocukların yaklaşık 1/5'inin zekası normaldir.

4. Duyusal Uyarılara Tepkileri:

a. İşitsel Uyarılara (seslere) Tepkileri: Bu dönemde seslere karşı çok değişik tepkiler görülmektedir. Çocukların seslere hiç bir tepki vermemesi bir çok anne-babayı, işitme problemi endişesi ile doktorlara gitmeye yöneltmektedir. Yapılan testler çocukların işitmelerinde organik olarak bir sorunun olmadığını göstermektedir. Gerçekten de bazen seslere hiç tepki vermedikleri, bazen en ufak seslere aşırı tepki gösterdikleri bazı seslere de çok duyarlı oldukları gözlenmektedir.

b. Görsel Uyarılara Tepkileri: Bu dönemde görsel uyarıcılara karşı normal dışı tepkiler yaygın olarak görülebilir. İnsan yüzlerine ve çevrelerindeki birçok nesneye bakmamalarına karşın, hareket eden, dönen ya da parlak olan bazı cisimlere çok uzun süre bakabilirler.

c. Acı, Sıcak, Soğuğa Karşı Tepkiler: Bu tepkiler, bazı çocuklarda acıyı, sıcağı ve soğuğu fark etmeme şeklinde ortaya çıkarken bazılarında ise soğuk suyla ellerini yıkarken ağlama, eline bir toplu iğne battığı zaman çığlıklar atma şeklinde görülebilir.

d. Dokunulmaya Karşı Tepkileri: Herhangi bir kimse tarafından dokunulmak, kucağa alınmak istendiği zaman, o kimseyi itmek, ondan kaçmak yaygın olarak gözlenen tepkilerdir.

Bu dönemde de beslenme ve uyku problemleri yoğun bir şekilde gözlenmektedir. Beslenme ile ilgili olarak, katı yiyecekleri reddettikleri, bazılarını sürekli püre edilmiş yiyecekler yedikleri, bu yüzden de çiğneme kaslarını kontrol etmekte güçlük çektikleri görülür. Aileler, çocuklarının garip yemek yeme alışkanlıkları olduğunu, yiyecek seçimi yaptıklarını sıklıkla anlatırlar. Belli bir süre hep aynı yiyeceği isteme, diğer yiyecekleri reddetme, sık sık tercih edilen yiyeceğin değişmesi de gözlenen özelliklerdendir.

5. Konuşma Özellikleri: Otistik çocukların konuşma özellikleri, dil gelişimleri, yaşıtları olan normal çocuklardan farklı tablo çizmektedir. Konuşmaya başlama çok farklı yaşlarda gerçekleşir; ancak genellikle ilk kelimeleri 5 yaş civarında söylerler. Bazı otistik çocukların konuşmaya normal yaşıtlarıyla aynı zamanda başladıkları, ancak daha sonraları, bildikleri kelimeleri kullanmadıkları gözlenmiştir.

Beş yaş sonrasında, otistik çocuk yeni kelimeler öğrenir, isteklerini kelimelerle ifade etmeye başlarlar, hatta bir iki kelimelik cümleler kurabilir. Bununla birlikte, konuşmayı bir iletişim aracı olarak kullanmadıkları gözlenmektedir.

Otistik Çocukların Konuşma Problemleri:

a. Konuşulanları Anlamada Güçlük: Otistik çocuklarla yapılan çalışmalar, konuşulanı anlama kapasitesinin oldukça sınırlı olduğunu göstermiştir. Anlama, yaşla birlikte artar; kendilerinden istenilenleri anlayabilir, ancak istekleri yerine getiremezler. Tek kelimeleri anlayabilirken, kelimeler soyutlaştıkça, cümleler karmaşıklaştıkça anlamaları da güçleşir.

b. Ekolali: Ekolali, çocuğun duyduğu kelimeleri, cümleleri konuşmacının hemen arkasından veya daha sonra taklit etmesidir. Normalde çocuklar, konuşmaya, duydukları kelimeleri taklit etmeyle başlarlar. Ancak bu taklit dönemi, 2,5 yaş civarında sona erer. Otistik çocukla da ilk kelimelerini, anlamlarına dikkat etmeden papağan gibi taklit ederek öğrenirler. Bazen kelimeleri, bazen de cümleleri olduğu gibi tekrar ederler. Kelimeleri, taklit ettikleri konuşmacının aksanı ve vurgulamalarıyla söylerler. Normal çocuklar bu dönemden sonra, taklit ettikleri kelimeleri uygun yerlerde kullanmaya başladıkları halde, otistik çocuklar bu dönemde oldukça uzun zaman kalır, öğrendikleri kelimeleri gerektiği zaman kullanmazlar.

c. Gramer Bozuklukları: Konuşabilen otistik çocuklarda gramer bozuklukları da yaygın olarak görülür. Cümlelerdeki fiil eklerini söylememek yaygındır. “Okula gidelim” yerine “okul git” demek ya da “yemekten sonra şeker ver” yerine “şeker, yemek yer” demek gibi gramer yanlışlıkları yaparlar. Çocuğun ilerleyen yaşıyla birlikte konuşma becerisi de arttıkça, gramer bozukluklarında bazı düzelmeler görülebilir.

d. Zamirlerin Yer Değiştirmesi: Konuşmadaki en belirgin özelliklerden birisi de şahıs zamirlerinin yerlerinin değiştirilmesidir. Birinci tekil şahıs “ben” yerine, “sen” veya “o” kullanırlar. Özellikle “ben” zamirini kullanma çok az görülür. (“Giderim” yerine “gider, gidersin” kelimelerini kullanmak gibi).

e. “Evet-Hayır” Kelimelerini Kullanmada Güçlük: Otistik çocuklar yaşıtları gibi “hayır” kelimesini “evet” kelimesinden önce öğrenirler. Otistik çocukların “evet” kelimesini öğrenmeleri genellikle 8-9, bazen de daha ileri yaşlarda olabilir.

Konuşma becerileri ne kadar gelişmiş olursa olsun, konuşmayı, iletişim aracı olarak kullanmak istemezler, yalnızca zorda kaldıkları zaman, bir isteklerini belirtmek için konuşurlar.

6. Davranış Problemleri: Otistik çocuklarda görülen problem davranışlar, çocuğun bebeklik döneminden çıkmasıyla belirginleşir.

Öfke Nöbetleri ve Bağırmalar: Bir çok otistik çocukta, öfke nöbetleri olarak adlandırılan, öfke nöbetleri olarak adlandırılan, kendini yere atma, tekmeleme, tepinme, ısırma ve şiddetli ağlama gibi davranışlar sıklıkla görülür. Öfke nöbetleri 2-5 yaşları arasında belirginleşir.

Çevresine Zarar Veren Davranışlar: Evdeki duvar kağıtlarının, koltukların yırtılması, her tarafa su dökme, gibi davranışlar olabilir.

Kendine Zarar Veren Davranışlar: Kendi saçlarını çekme, ellerini ısırma, yüzünü tırmalama, kanatma gibi davranışlar bu gruba girmektedir.

Tek Tip Vücut Hareketleri: Kendi etrafında dönme, öne arkaya sallanma, parmaklarıyla havada bir takım şekiller çizme gibi.

7. Duygusal Tepkiler:.

Özel Korkular: Elini küvetteki sıcak suya sokarak yaktığı için küvette yıkanmadan korkan küçük kız, bir ayakkabı ayağını sıktığı için ayakkabı giymeyi reddeden çocuk, özel korkuları olan çocuklara örnektir.

Tehlikelerin Farkında Olma: Otistik çocukların genellikle çevrelerindeki tehlikelerin farkında olmamaları, anne babalarını en çok endişelendiren özelliklerdendir.

Nedensiz Gülme ve Ağlamalar: Duruma uygun olmayan duygusal tepkiler nedensiz olarak ortaya çıkabilir. Çocuğun kendisi veya bir başkası cezalandırıldığı zaman gösterdiği gülme, aniden bağırma, ağlama gibi davranışların, bulundukları ortamı ve durumu değerlendirememelerine bağlı olarak ortaya çıktığı düşünülmektedir.

Değişikliklere Tepki Gösterme: Eve bir misafirin gelmesi, odasının farklı bir düzene sokulması, sürekli kullandığı çarşafın değiştirilmesi gibi durumlar, otistik özellikteki çocuğun huzursuz olmasına, saatlerce ağlamasına, öfke nöbetleri geçirmesine neden olabilir. Bu konuda çalışan uzmanlar, çocuğun yapılan her değişiklikten ötürü kendisini güvensiz hissettiği, ancak çevresindeki aynılığı koruyarak rahatladığı görüşünü paylaşmaktadırlar.

8. Hayal Gücünün Eksikliği:

Oyun Oynama Becerisinin Olmaması: Otistik özellikteki çocuklarda hayal gücünün yetersizliğine bağlı olarak yaratıcı oyun oynama becerisinin bulunmaması yaygın olarak gözlenir. Bir oyuncakla amacına uygun olarak oynamaz, oyuncak bir arabayla oynarken onun gerçek bir arabanın modeli olduğunu, kendilerinin de arabanın şoförü rolünü oynayabileceklerini fark etmezler. Bazen yalnız arabanın tekerlekleri, bazen de çıkardığı ses ile ilgilenirler; dakikalarca arabayı ileri geri sürerler. Bu alanda genellikle çeşitli nesnelerin, oyuncakların elle tutulduğu, oyuncağın gerçek amacına uygun olarak oynanmadığı gibi bebeklik dönemi özellikleri gözlenir.

Ayrıntılara Dikkat Etme: Çevrelerindeki nesnelerin, kişilerin tamamı yerine, ayrıntılarına küçük parçalarına dikkat ederler. Annelerinin yalnızca küpesi, oyuncak arabanın yalnızca tekerlekleri çocuğun dikkatini çekebilir. Anneyi ya da oyuncağı, o anda bulundukları çevre içinde tümüyle algılamalarının, hayal gücünün eksikliği nedeniyle ortaya çıktığı kabul edilmektedir.

9. Özel Beceriler: Otistik çocukların en şaşırtıcı özellikleri, bir çok alanda sınırlı becerileri olmasına karşın, bazı alanlarda sahip oldukları özel becerilerdir. Bir çok otistik çocuğun, konuşmadan önce şarkı söylediği görülür; bazıları ise bir enstrümanı iyi çalabilirler. Bazı anne babalar da, çocuklarında müzik becerisinin yanı sıra kuvvetli bir hafıza olduğunu belirtmektedirler. Çocuğun yıllarca önce gittiği bir yeri, o yerdeki özel bir eşyayı unutmadığını, çok uzun şiirleri ezberleyebildiğini, televizyonda dinlediği çok uzun bir konuşmayı olduğu gibi tekrar edebildiğini sıklıkla anlatmaktadırlar.

Otistik çocukların diğer bir özel becerisi de sayılar ve sayısal ilişkiler üzerinedir. Bazıları sayıları çok çabuk öğrenirler ve çok güç işlemleri akıldan yapabilirler. Ayrıca, gördüğü resimleri çok iyi kopya eden, güzel boyayan, mekanik oyuncakları söküp takabilen, karmaşık bul-yapları kolayca tamamlayabilen çocuklara da rastlanmaktadır.

DSM-IV'de otistik bozukluğun tanı ölçütleri şunlardır:

A. En az birisi (1)'inci maddeden ve birer tanesi (2) ve (3)’üncü maddelerden olmak üzere (1), (2) ve (3)'üncü maddelerden toplam 6 (ya da daha fazla) maddenin bulunması:

(1) Aşağıdakilerden en az ikisinin varlığı ile kendini gösteren toplumsal (sosyal) etkileşimde niteliksel bozulma:

(a) Toplumsal etkileşim sağlamak için yapılan el-kol hareketleri, alınan vücut konumu, takınılan yüz ifadesi, göz göze gelme gibi bir çok sözel olmayan davranışta belirgin bir bozulmanın olması.

(b) Yaşıtlarıyla gelişimsel düzeyine uygun ilişkiler geliştirememe.

(c) Diğer insanlarla eğlenme, ilgilerini ya da başarılarını kendiliğinden paylaşma arayışı içinde olmama (örneğin, ilgilendiği nesneleri göstermeme, getirmeme ya da belirtmeme).

(d) Toplumsal ya da duygusal karşılıklar vermeme.

(2) Aşağıdakilerden en az birinin varlığı ile kendini gösteren iletişimde niteliksel bozulma:

(a) Konuşulan dilin gelişiminde gecikme olması ya da hiç gelişmemiş olması (el, kol ya da yüz hareketleri gibi iletişim yolları ile bunun yerini tutma girişimi eşlik etmemektedir).

(b) Konuşması yeterli olan kişilerde, başkaları ile söyleşiyi başlatma ya da sürdürmede belirgin bir bozukluğun olması.

(c) Basmakalıp ya da yineleyici ya da özel bir dil kullanma.

(d) Gelişim düzeyine uygun çeşitli imgesel ya da toplumsal taklitlere dayalı oyunları kendiliğinden oynamama.

(3) Aşağıdakilerden en az birinin varlığı ile kendini gösteren davranış, ilgi ve etkinliklerde sınırlı, basmakalıp ve yineleyici örüntülerin olması:

(a) İlgilenme düzeyi ya da üzerinde odaklanma açısından olağan dışı bir ya da birden fazla basmakalıp ya da sınırlı ilgi örüntüsü çerçevesinde kapanıp kalma.

(b) Özgül, işlevsel olmayan, alışageldiği üzere yapılan gündelik işlere ya da törensel davranış biçimlerine hiç esneklik göstermeksizin sıkı sıkıya uyma.

(c) Basmakalıp ve yineleyici motor mannerizmler (örneğin, parmak şaklatma, el çırpma ya da burma ya da karmaşık tüm vücut hareketleri).

(d) Eşyaların parçaları ile sürekli uğraşıp durma.

(B) Aşağıdaki alanların en az birinde, 3 yaşından önce gecikmelerin ya da olağan dışı bir işlevselliğin olması:

(1) Toplumsal etkileşim.

(2) Toplumsal iletişimde kullanılan dil.

(3) Sembolik ya da imgesel oyun.

(C) Bu bozukluk Rett bozukluğu ya da çocukluğun dezintegratif bozukluğu ile daha iyi açıklanamaz.

Fiziksel Özellikler:

Görünüş: 2-7 yaş arasında otistik çocuklar normal populasyona oranla daha kısa boylu olmaya meyillidir.

Taraf tercihi: normal çocuklarda serebral dominans oluştuğunda, otistiklerde ambidekstroz olarak kalır. Otistik çocuklarda anormal dermatoglifiks (örneğin, parmak izi) yüksek insidansdadır. Bu durum nöroektodermal gelişimsel anomaliye işaret edebilir.

Diğer fiziksel hastalıklar: otistik çocuklarda, normal kontrollere oranla daha yüksek insidansda ÜSYE, geğirme, febril konvulziyon, konstipasyona rastlanmaktadır. Otistik çocuklarda enfeksiyonda ateş yükselmesinin olmayabileceği veya ağrılarını gösteremedikleri belirtilmektedir.

Etyoloji ve Patogenez:

Psikodinamik ve ailesel faktörler: Kanner'in otistik çocukların anne ve babalarının çocuklarına karşı yeterince ilgili olmadığı ve çocuğun bu nedenle kendi dünyasında yaşadığı varsayımı yapılan çalışmalarda gösterilememiştir. Son çalışmalarda otistik çocuğa ve normal çocuğa sahip anneler karşılaştırılmış; çocuklarını yetiştirme becerileri yönünden anlamlı fark bulunmamıştır.

Organik-nörolojik-biyolojik anormallikler: Nörolojik lezyonları olanlarda, özellikle Konjenital Rubella, fenilketonuri, tuberosklerozis ve Rett bozukluğunda otistik bozukluk ve otistik semptomlar gözlenebilmektedir.

Otistik çocuklar, normal çocuklarla karşılaştırıldıklarında daha fazla perinatal komplikasyonlar yaşadıkları gösterilmiştir. Otistik çocuklar, kardeşlerine ve normal çocuklara oranla anlamlı derecede daha fazla minör doğumsal fiziksel anormallik göstermektedir. Bu bize ilk trimesterde oluşan gebelik komplikasyonlarını düşündürmektedir.

Özgün bir EEG anormalliği olmamasına rağmen, otistik çocukların %10-83'ü çeşitli EEG anormallikleri gösterirler. Otistik çocukların %4-32'si yaşamlarının bir döneminde grand mal konvulziyonlar geçirmektedir. Otistik kişilerin yaklaşık %20-25'inde BBT'de ventrikül genişlemesi olduğu gösterilmektedir. Son yıllarda yapılan bir beyin MRI çalışmasında bazı otistik hastalarda, serebellar vermal lobul VI ve VII'de hipoplazi olduğu gösterilmiştir. Yapılan başka bir beyin MRI çalışmasında kortikal anormalliklerin özellikle polimikrogria şeklinde olduğu gösterilmiştir. Bu anormalliklerin gebeliğin ilk 6 ayında anormal hücre göçüyle ilgili olabileceği düşünülmektedir. Bir otopsi çalışmasında azalmış Purkinje hücre sayısı gösterilmiş ve başka bir çalışmada da PET'de artmış diffüz kortikal metabolizma olduğu belirtilmektedir.

Genetik Faktörler: Bir kaç araştırmada otistik çocukların kardeşlerinin %2-4'ü otistik bozukluk göstermiştir, otistik çocukların kardeşlerinin otizm olma olasılığı, normal populasyona göre 50 kat daha yüksektir. İkizlerle yapılan bir çalışmada otistik bozukluğun konkordans (birlikte görülme) oranı monozigot ikizlerde %92, buna karşın dizigot ikizlerde %10 olarak bulunmuştur. Bir genetik hastalık olan Frajil-X sendromunda otistik bozukluk gözlenebilmektedir.

İmmunolojik Faktörler: Anne ile embriyo veya fetus arasında immunolojik uyuşmazlığın otizme sebep olabileceği ileri sürülmüştür. Bazı otistik çocukların lenfositleri anne antikorları ile reaksiyon vermekte ve bunun sonucunda gebelikte embriyonik nöral veya ekstra embriyonik dokularda hasar oluşabileceği ileri sürülmektedir.

Perinatal faktörler: Otistik çocuklarda perinatal komplikasyonlar yüksek olarak bildirilmesine karşın, direkt olarak sebep olduğu gösterilememektedir. Gebelikte ilk trimesterde kanama olması ve amniyonda mekonyum bulunması otistik çocuklarda normal populasyona göre çok daha sıktır. Neonatal periyotda otistik çocuklar yüksek insidansta respiratuvar distress sendromu ve neonatal anemi göstermektedir. Otistik çocukların annelerinin gebelik sırasında ilaç kullanımının yüksek insidansda olduğuna dair bazı kanıtlar vardır.

Nöroanatomik bulgular: Otistik bozuklukta anormallik için kritik beyin bölümünün temporal lob olabileceği ileri sürülmektedir. Bu varsayım, temporal lob hasarı olan bazı kişilerde otizm benzeri bir sendrom gözlendiğine dayanmaktadır. Hayvanlarda temporal bölgede hasar oluşturulduğunda, beklenen sosyal davranışlarda kayıp, huzursuzluk, tekrarlanan motor davranışlar ve basmakalıp davranış örnekleri gözlenmektedir. Otistik bozukluk diğer bulgu; serebellumda Purkinje hücrelerindeki azalmadır. Bu durum potansiyel olarak dikkat, uyanıklık ve duyusal defektlere yol açmaktadır.

Biyokimyasal Bulgular: Otistik bozukluğu olan hastaların en az 1/3'ü plazma yüksek serotonin seviyesine sahiptir. Bu durum otistik bozukluk için spesifik değildir, çünkü otizmi olmayan mental retardasyonlu kişilerde de aynı bulguya rastlanmaktadır. Mental retardasyonu olmayan otistik bozuklukta hiperserotonemia insidansı yüksektir.

Bir kısım otistik çocuklarda artmış BOS homovalinik seviyesi (major dopamin metaboliti), artmış çekilme davranışları ve stereotipilerle ilişkili bulunmuştur. Eğer BOS 5-HIAA / BOS HVA oranı artarsa semptom şiddetinin azaldığına dair bazı kanıtlar vardır.

Ayırıcı tanı:

Major ayırıcı tanıda:

Ø Çocukluk başlangıçlı şizofreni

Ø Davranış semptomları ile mental retardasyon

Ø Mikst alıcı/ifade edici dil bozuklukları

Ø Konjenital sağırlık veya ciddi işitme bozuklukları

Ø Seçici Konuşmazlık

Ø Psikosoyal deprivasyon (yoksunluk)

Ø Dezintegratif (regresif) psikoz

Gidiş ve prognoz

Otistik bozukluk süregen bir bozukluktur. Bazı otistik çocuklar var olan dilin tümünü veya bir kısmını kaybedebilir. Bu sıklıkla 12-24 aylar arasında olur. Kural olarak, IQ’su 70’in üzerinde olanlar ve 5-7 yaşlarında iletişim dilini kullananlarda prognoz iyidir.

TEDAVİ YAKLAŞIMLARI

Bugün yaygın gelişimsel bozuklukların tedavisinde en önemli yaklaşım özel eğitim ve davranış terapileridir, nadiren farmakoterapi gerekmektedir. Tedavi planı ve tipi, her bireyin işlevlilik derecesine göre belirlenmelidir. Yaygın gelişimsel bozukluk çoğu vaka için yaşam boyu süren bir bozukluk olması sebebiyle tedavinin tipi kişinin yaşı ve gelişimine göre değişir. Çok küçük çocuklarda konuşma, dil eğitimi ve özel eğitim üzerine odaklanılmalı, anne baba ile çalışılmalı ve yalnızca belli hedef semptomlar için psikoaktif ilaçlar kullanılmalıdır. Binişik depresyon, anksiyete, obsesif kompulsif bozukluk semptomları için psikoterapi, davranış veya bilişsel terapi ve ilaç tedavisi gerekebilir.

A. Aile eğitimi: Otistik çocukların tedavisinde koterapist olarak aile kullanılabilir. Ayrıca otistik çocukların özellikleri ve ailenin tutumları konusunda aile eğitilir.

B. Eğitimsel yaklaşımlar:

Eğitim: Burada otistik çocuklara özel eğitim programları uygulanır. Otistik çocuğun yapacağı görevler (tasks) çocuğun durumuna göre belirlenmektedir. Grup içinde grup yaşamına hazırlayıcı kurallar konur. Kişinin kendine bakım becerileri, yemek hazırlama, alışveriş gibi beceriler kazandırılması amaçlanır.

Dil ve İletişim terapisi: Dildeki gelişim sosyal etkileşimi artırması nedeniyle konuşma terapisi önemli olabilmektedir.

İletişimi artırma: Grup içine sokularak arkadaş ilişkisi ve etkileşiminin sağlanması amaçlanır.

İşitsel entegrasyon eğitimi: Burada otistik çocukların çeşitli ses frekanslarına hipo- veya hipersensitivite gösterdiği iddia edilmektedir. Buradaki amaç sese duyarlılığı azaltarak adaptif davranışlarda olumlu değişiklikler sağlamaktır.

C. Davranış/Psikososyal Yaklaşımlar:

Davranışın değiştirilmesi: Davranışın değiştirilmesi hem bazı davranışları artırma hem de bazı davranışları azaltma yaklaşımlarını içerir. İstediğimiz davranışları artırma yaklaşımlarında ödüllendirmelerden faydalanılır. Burada önemli olan uygun ödülün seçilmesi, zamanlama, sıklık ve süredir. Davranışları azaltmada yaklaşımlar: ceza verme ve dikkatini kaydırmadır.

Sosyal beceri kazandırma eğitimleri

Kişisel psikoterapi: Kısıtlı uygulanımı vardır.

Kurumda yatırarak tedavi

D. Biyolojik yaklaşımlar ( Farmakoterapi):

Psikoaktif ilaçlarla tedavide amaçlanan hedef semptomlar şunlardır: hiperaktivite, öfke patlamaları, irritabilite, çekilme, stereotipler, saldırganlık, kendine zarar verici davranışlar, depresyon ve obsesif kompulsif davranışlardır. Hedef semptomları tedavi yaş gruplarına göre farklılık gösterebilir. Erken çocuklukta hiperaktivite, irritabilite ve öfke nöbetleri belirgin olabilirken, daha ileri çocukluk dönemlerinde agresyon ve kendine zarar verme davranışları karakterize olabilmektedir. Ergen ve erişkinlerde özellikle yüksek fonksiyonlu olanlarda depresyon veya obsesif kompulsif gelişebilir ve işlevselliği etkileyebilir. Klinik deneyimler göstermiştir ki; psikoaktif ilaçların kullanımı bu çocuklarda özel eğitim almayı ve verileni almalarını kolaylaştırmaktadır.

Nöroleptikler: Bu grup ilaçlardan bir kaç tanesi, özellikle haloperidol sistematik olarak çalışılmıştır. Geniş klinik populasyonda yapılan çalışılmalarda otistik çocukların haloperidol'den faydalandıkları gösterilmiştir. Haloperidol'un IQ üzerine veya öğrenme üzerine ters etkisi olmadığı gösterilmiştir. Haloperidol vermek sadece agresyon, koopere olamaması, aşırı hareketlilik gibi semptomları azaltmakla kalmaz aynı zamanda otizme ait spesifik semptomları da anlamlı derecede azalttığı gözlenmiştir. Haloperidol'un terapötik dozları kişiye göre ayarlanır, 2.3-8 yaş arasındaki çocuklarda doz aralığı 0.25-4 mg/gün’dür (0.016-0.184 mg/kg, ortalama 0.05 mg/kg/gün). Haloperidol tedavisinin en önemli dezavantajı: tardif diskinezileridir. Son yıllarda otizmde hedef semptomların tedavisinde risperidon ve olanzapin gibi atipik nöroleptikler kullanılmaya başlanmıştır. Bu yeni kuşak nöroleptiklerde tardif diskinezi riski çok azdır.

Fenfluramin: Edward Ritvo ve arkadaşlarının bir çalışması (1983, 1986): otizmde fenfluramin kullanımına büyük bir ilgi oluşturmuştu. Bu bulgular sonradan teyit edilmediği gibi, öğrenme üzerine retarde edici etkileri olduğu bulunmuştur.

Naltrekson: Naltrekson, potent opiat antogonisti olup, otizm ve kendine zarar verici davranışların tedavisinde etkili olduğu belirlenmiştir. Hiperaktiviteyi ve kendine zarar verici davranışları azaltmasına rağmen öğrenme üzerine etkisi gözlenmemiştir.

Klomipramin ve SSRI’lar: Bir seratonin re-uptake inhibitörü, trisiklik antidepresandaır. Son zamanlarda otizm tedavisinde araştırılmaktadır. Klomipraminin obsesif kompulsif bozuklukta etkinliği ve obsesyonsuz repetetif davranışları tedavide etkinliği, acaba otizmde sıklıkla gözlenen ritualistik davranışlara da etkili olabilir mi düşüncesini araştırmaya yöneltmiştir. 6-18 yaş 24 otistik ile yapılan çift kör bir çalışmada; klomipramin ortalama günlük 152 mg (4.3 mg/kg) kullanıldığında streotipler, kompulsiyonlar, ritualize davranışlar ve kızgınlığın azalmasında plaseboya üstün bulunmuştur. Flouksetin ve flovuksamin gibi SSRI’lar ile yapılan çalışmalarda özellikle erişkin otistiklerde repetetif davranışları azalttığı saptanmıştır.

Campbell M, Schopler E, Cueva JE, Hallin A: Treatment of Autistic Disorder. J. Am. Acad. Child Adolesc. Psychiatry 35 (2):134-143, 1996.

Sucuoğlu B, Akıncı A, Gümüşçü Ş, Pişkin Ü: Otistik Çocuklar ve Eğitimleri. Ankara, 1988.