“Hiç” e Yol Alan Analar

Öyle analar tanıdım ki; yıllarını “Hiç” e yol almaya adayan koca adamlara bedel bir yaşamın içinde… Öyle analar tanıdım ki; “Hiç”, yaşamlarının tam yol ilerisi… Öyle analar tanıdım ki; “Hiç” i bilmeden de yaşayan dev… Bir insanın var olmasındaki etkenin adıdır aslında “analık” … Eyleme dönüşmüş bir varlık sürecini barındıran… Her şartta, her anda, her oluşta… “Analık”, ana bileşendir insan yaşamında. Her ananın işi, her ana kadar kolay ilerlemez yaşamda. Bazı analar yaşamın “yok”luğundan varlık çıkarmaya, “varlığından” anlam çıkarmaya şartlanmışken üstelik… Ontolojik süreçlerin farkında olmadan kendisini bir insanın ontolojik çözümlenmesine adayacak kadar felsefenin içinde… Akar derinlere derinlere… Analar, aktığı derinliğin el yordamı ile bulanabileceği savından hareketle tam yol almışken bilmeden geçer tüm varoluş engellerini de… Ontolojik çözümlemeyi gerçekleştirme sürecinde, dağları bile devirebilen büyük bir güçle, bilmeden rahatlıkla geçebilen analar… Dönüp baktığında bile göremeyecek kadar hızla tam yol almışken üstelik… Mucizenin yeri olmayan yaşamda, bilmeden “mucize” yaşamak gibidir böyle analıklar. Kendi var oluşunda aklının almadığı süreçleri bir başkasının var oluşunda gerçekleştirme… Yaşamsal ifade ile kendisini “mucize” ile söze dökerken bunu yaşar bir ana. Bilmeden… Bu analara bayram yoktur. Olan sadece içindeki “yok”luktaki var olma çabasına bağlı kılınan bir süreçtir. Yaşamı dolu dolu yaşamak dedikleri… Doluluğun tam da kelime anlamını barındıran “boş”luğu yok eden bir yaşamla… Analıkla ilgili o kadar çok sayfa yazılmış ki yüzyıllardır… Bize düşen anayı, ANA gibi yazabilmek… Ana sayfa misali, her şeyin arkhesine yüzyıllar sonra yeni bir kavram da ekleyerek… Yaşamın çıkışını bir kavramın arkasına sığınarak belirlemek gibi… Sığınılan kavramda, var olabilmeyi anlatabilmeye çalışmak gibi… Durmadan “çıkan” yaşamda aslında hep duran “çıkışı” anlatabilmeye çalışmak gibi… Olduğu kadar… Akılların yettiği kadar… Üç noktayı bol kullandık. Çünkü okuyan kendisini yazsın istedik. Her şeyi yazandan beklemesin istedik. Farklı bir analık penceresi açmaya çabaladık… İyi ettik… Reyhan Gazel

Bata Çıka...







Birkaç haftadır kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Fiziksel bir şey değil, ruhumun ta derinliklerinde her an kopmaya hazır bir fırtınanın arasında dolanıp duruyorum. Nedenlerini bulabilsem daha doğrusu kelimelere dökebilsem dinecek bu fırtına. Ama inatla oluşmuyor kelimeler...
İnsan böylesine fırtınaların arasındayken kuşkusuz sığınacak limanlar arıyor. Kendi fırtınanda boğuşurken dışarıdan gelebilecek her ses yıkacakmış gibi geliyor seni ve ister istemez korunma içgüdüsüyle sanırım kapatıyorsun kendini.

Bu anların tayfununda boğuşurken eski bir öğrencim telefonla arayarak;
"Bu işi ancak siz yapabilirsiniz" diyor.

Öyle ağır bir cümle ki bu aslında ne evet ne de hayır diyebilecek durumdasınız. Evet dediğinizde girdiğiniz yükün ağırlığında her an nakavt olabilme durumunuz var. Hayır dediğinizde ise yaşam boyu çizdiğiniz çizgiden sapabilme durumu.
Tam bir bataklık! Daha öncede yürüdüm bataklıklarda, bata çıka da olsa çıktım bundan da çıkabilir miyim diye düşünürken bir telefon daha geliyor aynı öğrencimden;
"Hocam haber bekliyorlar, ne dememi istersiniz?"
Kendi sesimi bile zor işitecek bir yükseklikte ; "kabul" diyorum.

Seçimizi yaptığınız andan itibaren artık geriye dönüşleriniz yoktur. Her seçim bir kabul ve diğerini ret etme sürecini içinde barındırıyor ister istemez. Uzun soluklu yeni bir yolda ileriye bakmaktan başka seçeneğinin olmaması ürpertiyor insanı. Mesleklerimiz ister istemez zamanla yaşam tarzımızı da oluşturduğundan kendimle ilgili özellerim hiç olamadı ne yazık ki. Hep başkalarının hayatımıydı benim ki de diye içimden geçirirken kendimi gittikçe kötü hissetmeye başlayacağımı bilerek kovuyorum soruları düşüncelerimden…

Birkaç gün önce" evet" dediğim evdeyim.
Kocaman kapkara bir çift göz meraklı gözlerle beni inceliyor. Bu arada da annesi 6 yaşında olan kızıyla ilgi açıklamaları yapıyor bana. Bir yıldan beri ısrarla piyano çalmak istediğini belirtmiş ama nereye başvurdularsa pek olumlu yanıt alamamışlar. Anne de şaşkın aslında bu merakın nasıl oluştuğunu anlamakta zorlandığını ama yaşamda ret etmekle bir yere varılamayacağını öğrendiklerinden kabulle başlayan yaşama alışık olduklarını söylüyor. Benzer düşünceleri taşımış olmanın şaşkınlığındayım. Bir yıldır bu iş için bir kişi arıyorduk diye sözlerini bağlıyor.
Ruhumun gittikçe ağırlaştığını hissediyorum. Yapabileceklerimin sınırlılığından söz ediyorum kendi olumsuzluklarımı hiç atlamadan. Bu yolculuğun uzun soluklu bir yolculuk olacağını ve nelerle karşılaşacağımı açıkçası hiç bilmediğimi bu sebeple başta onlara beni öneren rehber psikolojik danışman öğrencimin önderliğinde işbirliğiyle bir yerlere varabileceğimizi anlatıyorum.

Diğer tüm öğrencilerimde yaptığım gibi beni öğrencimle yalnız bırakmalarını istiyorum. Hemen piyanonun başına geçeceğimizi düşünen sevgili miniğim elimi tutuyor. Yüzüne bakarak önce başka çalışmalar yapacağımızı söylüyorum. Son derece mekanik bir ses tonuyla bana "tamam" diyor. İşitme engelli benim miniğim.
Bedeninin tüm fonksiyonlarının ne kadar farkında olduğunu bilemeyen bu çocuğum için beden perküsyonuyla başlayan birkaç alıştırma yapıyoruz karşılıklı oturarak. Ona bir ayna görevi yaparak tüm hareketlerimi yapmasını isterken gözlerinin içinin gülümseyişiyle gülümsüyorum. Minicik elleri var, sanki Murathan Mungan bu şiiri onun için yazmış;
Hiç kimsenin yağmurun bile böyle küçük elleri yoktur...
Titreşimleri hissetmesini sağlayabilmek için yaptığımız ritimsel çalışmalarla ritimsel kulağının mükemmelliği karşısında büyüleniyorum. Ta içerlerde bir yerlerde olağanüstü bir işitme var miniğimde. Bildiğimiz işitmeden tamimiyle farklı bir işitme. Tüm işitme yeteneğini kaybetmemiş o ateşli hastalıkta.

Ailenin bizi merakla beklediğini çok iyi bildiğimden çalışmalarımıza katılmalarını istiyorum. Ritim çalgısı olarak kullanabileceğim her şey var her yerde. Ailece garip bir ayindeymişçesine ritimsel oyunlar oynuyoruz. Kahkahalar yankılanıyor evin her bir yerinde. Ellerimiz kollarımız, bacaklarımız her şeyimiz bu oyunun gerçek kahramanları.

Yıllardır çaldığım piyano bana yan gözlerle bakıyor, "bana ne zaman sıra gelecek" diye, ama korkumun ne kadar farkında onu bilmiyorum. Çünkü bu kadar mutluluğun üstüne küçük bir hüzün dalgası bile görmek istemiyorum ne miniğimde ne de ailesinde. Pistir, nankördür piyano. İnanılmaz bir ilgi ister, düşünemeyeceğiniz kadar bencildir ve bir o kadar da küstah.

Miniğimle iletişimde hiç zorlanmıyoruz ve çok güzel anlaşıyoruz. Heyecanı ister istemez beni de tetikliyor. Ne kadar birbirimize muhtacız aslında da ne kadarının farkındayız acaba? Bütün bu karmakarışık duygularla evime doğru yol alırken farkında olmadan akan gözyaşlarımla kendime geliyorum. Nasıl gözyaşları bunlar?

İçinde insana ait her duyguyu barındırırken gözyaşlarımız hala insana ait en güzel şey diyorum kendime...

SANEM UÇAR

Erken Büyür Sakat Annelerin Çocukları







Kör, topal, sağır, dilsiz, kambur, çolak, otistik, spastik çocuk anneleri ve sakat anneler ve sakat olmayan anneler; anneler gününü boş verin, her gününüz kutlu ve mutlu olsun
Oğlum beni bilgisayarın karşında görünce yanıma gelip, "Ne yazıyorsun?" dedi. "Sakatlarla ilgili yazıyorum," deyince, "Boşuna uğraşma kimse okumaz," dedi. "Neden?" diye sordum. "Çünkü sakatları kimse sevmiyor ki," dedi. "Sen beni seviyorsun ya," dedim. "Çünkü sen benim tatlı annemsin, tabii severim," deyip boynuma sarıldı, beni öptü ve oynamaya gitti.
O gidince ben yazmayı bırakıp, düşünmeye başladım.
Neden sakatları kimsenin sevmediğini düşünüyor?
Sakatları kimsenin sevmediğini düşünen bir çocuk, annesinin sakat olmasından nasıl etkilenir?
Okula başladığı yıl bir gün ağlayarak gelmişti eve; "Anneciğim keşke sen sakat olmasaydın!" demişti. "Kime ne zararı var ki sakat olmamın?" deyip onu sakinleştirmeye çalışmıştım. Okulda bazı çocukların benimle alay etmeleri üzüyordu onu.
Benim sakat olmamın oğlumu üzmesi üzüyor beni. Tıpkı annemin üzülmesi gibi.
Annemle yolda yürürken topal dediklerinde anneme bakardım yan gözle, inşallah duymaz diye düşünerek. Şimdi oğlum aynısını yapıyor.
On bir aylıkken başladı yürümeye. Ve ben birkaç gün sonra onu alıp pazara götürdüm. Yürümeye başlamadan önce kucağımda taşıyamadığım için, baş başa ilk sokağa çıkacağımız günü beklemiştim aylarca. Çok acele ettiğimi çabuk anladım. Minik adımlarını güçlükle atıyor, durup bana bakıp tekrar minik adımlar atmaya başlıyordu. Sonra birden kaldırıma oturdu.
Biraz oturup biraz yürüyerek eve geldik. Ertesi gün babasıyla birlikte çıktığımızda, birkaç adımdan sonra kucak istedi. Benden istememişti. Sonraki aylar ve yıllarda da babası olunca hemen kucak isterdi. Benden hiçbir zaman istemedi. Erken büyüdü benim oğlum...
Sokaktan çocuk sesleri geliyor, cıvıl cıvıl. Önce onun sesi ulaşıyor bana. Ne dediklerini tam olarak anlayamıyorum gürültüden. Anlayabildiğim tek şey: "anneler günü".
Mideme kramplar giriyor birden. Her "anneler günü" lafını duyduğumda girdiği gibi...
Hatırladığım ilk anneler günü kutlamaları sırasında üniversiteye gidiyordum. Hülya, "Annene ne hediye alacaksın?" diye sordu. "Hiçbir şey," dedim. "Neden?" diye sordu. "Çünkü ben annemi sevmiyorum," dedim. O kadar şaşırdı ki, "İlk kez annesini sevmeyen birine rastlıyorum," dedi. "Ben de," dedim.
Şaşkınlığından nedenini soramadı Hülya. Ben gene de söyledim. "Annem beni hiç sevmiyor ki, neden ben onu seveyim?"
Yirmi sekiz yaşımda ilk kez elbise giydiğim güne kadar da annemin beni sevmediğine inandım. Hamileydim ve artık pantolon giyemiyordum. O zamanlar hamile pantolonu yoktu. Ya da vardı da ben bilmiyordum. İyi ki de bilmiyormuşum. Çok hoşuma gitmişti elbise giymek. Çok da yakışmıştı işte. Ne olmuş bacağımın biri diğerinden daha kısa ve zayıfsa! Mankenlik yapmayı düşünmediğime göre...
"Neden sanki annem yıllarca bana elbise giydirmemişti?" diye düşünürken anladım, anneme olan öfkemin nedenini ve yıllarca neden beni sevmediğine inandığımı.
Benden iki yaş küçük kız kardeşime hep elbise alan annem, bana sadece pantolon alırdı. Çarşıya pazara hep kız kardeşimle gider, beni evde bırakırdı.
Üniversiteye başlayana kadar ben sadece annemin ya da kardeşimin seçtiklerini giydim. Oysa kardeşim kendi seçtiklerini giyerdi.
Senelerce bunlar yüzünden annemin beni sevmediğini düşündüğümden ben de onu sevememiştim.
Mutlaka anlamıştır onu sevmediğimi. Senelerce iki küçük çocuğunun üzerine kapıyı kilitleyip, hastanelere kucağında taşıdığı çocuğunun kendisini sevmediğini anladığında acaba neler hissetmişti?
Hadi o zamanlar küçüktüm de onun için hatırlamıyordum yaptıklarını.
Ya yirmi dört yaşımda bacağımdan ameliyat olduğum zaman, aylarca bana lazımlık taşımasını nasıl unutmuştum?
Daha sonraki yıllarda sık sık kırılan bacağım yüzünden aylarca sadece bana değil çocuğuma da bakmasını nasıl nasıl unutmuştum?
Seneler sonra anneannemden öğrenmiştim, yorulmayayım diye beni çarşıya pazara götürmediğini ve neden elbise giydirmediğini; sakat bacağımı gizlemek için tabii ki; çünkü babam öyle söylemiş.
Ben babamı hep sevmiştim oysa. Üstelik ben çocuk felci geçirip hastalandığımda, babam yemin etmiş beni kucağına almayacağına!
Anneme ne çok haksızlık etmişim...
Peki, yazmakla bitiremeyeceğim kadar çok şey yapmasına rağmen, neden sadece yapmadıklarını hatırladım yıllarca?
Bu soruya bulduğum cevap sadece annemle ilişkimi değil, benim hayatla ilişkimi de değiştirdi.
Hani sakat çocuklara sorulur ya televizyonlarda, "En çok ne yapmak istersin?" diye, genelde verilen cevap, "koşmak, top oynamak," olur. Bu istenen cevaptır aslında...
Bana sorsalar bu soruyu, "yapmak istediğim hemen hemen her şeyi yapıyorum," derdim. İlla bir şey isteyeceksem: "Anneler gününün kaldırılmasını istiyorum."
Çünkü artık unutmak istiyorum anneme yaptığım haksızlığı.
Çünkü anne olamayan kadınların üzülmelerini istemiyorum.
Çünkü Türk filmleri izleyerek büyüyen sakat çocukların da, asla evlenip anne olamayacaklarını düşünüp üzülmelerini istemiyorum. Çünkü o filmlerde sakat kalınca başroldeki oyuncu, sevgilisinin terk edeceğini düşünerek, ortadan kaybolur ya...
Aynı filmleri izleyen sakat çocuk annelerinin de, çocukları evlenemeyecek diye üzülmelerini istemiyorum.
Hiç bir yazıyı bu kadar zor yazmamıştım. Oysa başlarken kolayca yazacağımı sanmıştım. Hem annemi, hem de oğlumu düşünerek yazmak ne zormuş.
Kör, topal, kambur, çolak, sağır, dilsiz, geri zekâlı, otistik, spastik çocuk anneleri ve sakat anneler ve sakat olmayan anneler, anneler gününü boş verin, her gününüz kutlu ve mutlu olsun.
İlla bir şey kutlamak istersek, biz karar verelim


NAZMİYE GÜÇLÜ

"Hız iblisi"ne teslim olanlar ve sakatlar






Yavaşlık adlı romanında Milan Kundera, çağımızın "hız iblisi"ne teslim olduğunu söyler... Sahiden de, gündelik yaşamımıza baktığımızda, büyük çoğunluğumuz bu savın ispatı gibiyizdir. Hep bir yerlere yetişmek, bir şeyleri "tam zamanında" halletmek, başarmak, doğru zamanda doğru yerde olmak, "hedef"e kilitlenmek, önümüze çıkan "teferruatları" ezip geçmek, "önemli" şeyler uğruna "önemsiz" şeyleri feda etmek, yanından geçtiğimiz kişilere/şeylere bakmadan/oyalanmadan devam etmek; bunları yaparken de –olabildiğince- kusursuz olmak, güzel olmak, dik durmak, aslan gibi-dağ gibi-jilet gibi-taş gibi olmak, ağlamamak, hastalanmamak, güçsüz görünmemek, "erkek gibi" olmak, "imajı çizdirmemek" zorundayızdır. Hep bir koşturmaca, yarış söz konusudur; ve her koşu bir sonraki yarışın seçmeleri gibidir.
Ama bu kadar da değil. "Hız iblisi" bundan kötüsünü de dayatıyor... Bir yandan sürekli koştururken, diğer yandan, aslında öyle "kusursuz" ve "güçlü" olamasak da, dışarıya karşı sürekli "hazır", sürekli "iyi", sürekli "güçlü" görünmek ve o maskeyi taşımak zorunda da bırakıyor bizi bu "iblis". Yani bir yandan kendine yabancılaşma, sınırlarını sürekli zorlama, kendini, herkesi ve her şeyi sürekli tüketme dayatması var; diğer yandan da bir sahtecilik, bir sahicilik sorunu.
Bir başka deyişle, postmodern dönemin kahramanı "iblis", dayattığı "mışlı hayatlar"ın kırılganlığı, sürekli-serap halinin çakırkeyfliği ve -ayılır gibi olunduğunda fark edilen- kalabalık içindeki yalnızlığın ürkütücülüğü ile, yaşamlarımızı bir yandan elimizden alıp terörize ediyor, bir yandan da sanallaştırıyor!

Neredeyse hepimiz "moda ilahlarının", "yaşam direktörlerinin", "toplum mühendislerinin", "mahallelinin" olmamızı istediği gibi olmaya, "öyle" olabildiğimiz sürece kendimizi başarılı ve mutlu saymaya, "öyle" olamadığımız veya bir sebeple azıcık tökezlediğimizde ise tepetaklak olmaya "yaşam" der olduk.
Başarılı, sağlıklı, güzel, şık, popüler olmayı "hayatın ritmi"; buna karşın herhangi bir konuda başarısız olmayı, yenilmeyi, hastalanmayı, sakatlanmayı veya bir sebeple o "lifestyle" kurgunun dışında kalmayı ise "hayat ritminin bozulması" olarak adlandırıyoruz.

Hülasa, "hız iblisi"nin peşi sıra sürekli bir kusursuzluk, başarı ve imaj peşinde koşturup, aslında olmadığımız ve belki de olmak istemediğimiz biri gibi olmaya, kendimizi ambalajlamaya çalışıyor ve bunun adına da "yaşam" diyoruz.

***
Başlıktaki "sakatlar"a gelecek olursam... Sakatların, yukarıda ifade etmeye çalıştığım yaşam biçiminin tam karşısında -ve onun yıkıcılığını deşifre edecek şekilde- çırılçıplak bir gerçeklik gibi durduğunu düşünüyorum. Görmenin, duymanın, konuşmanın, zekânın, anlamanın, yürümenin, koşmanın, hızın, güzelin, farklı olmanın, gücün, sağlığın, yarışın, başarının, çalışmanın, dayanışmanın, sevginin, vicdanın ve benzeri daha nice kavramın, sakatların yaşam deneyimlerinde bambaşka (ve gerçek) anlamlarla varolduğunu düşünüyorum.

Sakatların yaşam deneyimlerinin ve bedenlerinin -"hız iblisi" ve "lifestyle" kurgulara inat- gizlemeye karşı gösterme, konuşmaya karşı dinleme, almaya karşı verme, koşmaya karşı yavaşlama, geçip gitmeye karşı duraklama, unutmaya karşı hatırlama, çalışmaya karşı dinlenme, yarışa karşı oynama, kazanmaya karşı keyif alma ve benzeri önermelerle, herkese, kendisiyle ve yaşam alanındakilerle barışmak için davet sunduğunu düşünüyorum. "Göründüğün gibi olma"ya karşı, "olduğun gibi görünme"ye davet; sahnelenen oyunda bir an durmaya, tüm ezberleri unutmaya ve sahneden inmeye davet; bedeninle kavga etmeden aynaya bakabilmeye davet; akşam kendinle baş başa kaldığında, yaşadığın günü ve insanları gönül rahatlığıyla düşünebilmeye davet; dayatılan hayatı tüm "normal"leriyle birlikte sorgulamaya ve onun anlamsızlığını deşifre etmeye davet

BÜLENT KÜÇÜKASLAN

ENGELLİ ANNESİ OLMAK








Yazımın başlığı bile ne kadar ağır geldi değil mi? Hemen ürkmeyin bu defa ağlatmayacağım. Engelli bir çocukla yaşamanın sadece üzüntü verdiğini düşünmeyin. Düşünmeyin ki bizlerle birlikte farklı bir dünyanın içinde yer almanın derin mutluluğunu yaşayabilesiniz.

Hani bir hikaye vardır ya “ hoş geldiniz Hollanda’ya “ diye. Hatırlamayanlar için özet vereyim; “ Bir çift yaşantısının kalan dönemini İtalya’da geçirmek ister. İtalyanca öğrenirler, işlerini o ülke için ayarlarlar sonra ya sonra. Uçaktan inerler bir tabela HOLLANDAYA HOŞ GELDİNİZ. Yanlış geldik geri dönelim derler ama dönüş yoktur. Artık Hollanda’ya inmişlerdir bir kere. Alışmak durumundadırlar. Yaşanan hayal kırıklığını ise bir tarafa bırakarak….” Hikayenin kahramanları değişse de verdiği ana fikir aynıdır. Ne umduk ne bulduk… Biz başka dünya istemiyoruz, herkesin içinde olduğu dünyayı istiyoruz ama her şey bizim elimizde değil ki. Öyleyse her şartta da mutlu olmayı öğrenmeliyiz.

Farklılıklarla yaşamak insanı ürkütür başlangıçta. Beni de ürküttü her farklı anne gibi. Ama alışmam da zor olmadı. İsyan etmeden payıma düşeni yaşamayı bildiğim için belki de. Keşke herkes bu kadar şanslı olsa. Elimde olmadan başıma gelen fenalıkları sorgulamadan çözümlerini bulduğum için belki de. Ya da her şerde bir hayır her hayırda bir şer aradığım için. Yaşadıkça da görüyorum aslında. Oğlumdan sonra farklı bir dünyanın güzelliklerini de görebilmek olgunlaştırdı tüm anneler gibi beni de. Ne de iyi oldu.

Bir insan evladını ne kadar mutlu yaşatabilir? Elinden geldiğı kadar tabii. Benim ailemde onu yapmıştı. 27 yaşıma kadar sorunsuz bir yaşam ne mutlu… Ama… Sonra hadi bakalım dedi yaşam bana. Yaşa kendi ayaklarının üstünde kalarak. Bu kadar rahat ettiğin yeter… Şimdi işin zor… Yok canım işim o kadar da zor değil. Sadece uğraştırıyor biraz. Böyle daha mutlu oluyor insan. Hep dolu, beklemeyle geçen bir yaşam. Farklı ayrıntılarda yaşanan, kimselerin anlayamadığı bir tarz. Anlaşılsa bile belki delilik olarak görünen tavırlar. Oğlum insanlarla dalgasını geçerken yanında sessiz kalabilmenin eğitimin bir parçası olduğu anlatamadığınızda göründüğünüz durum. Kime nasıl anlatacaksınız ki. Bu kadar işinizin arasında üstelik. Herkes kendi görsün, bakacaklarına.

Bir insanı var edebilmenin zorluklara rağmen gerçekleşebildiğini görmek insana büyük haz veriyor aslında. Herkesin çocuğu 1 yaşında ayaklanırken sizinkinin ayağa kalkabilmesinin yıllar, aylar almasının tadı ilk ayağa kalktığında o kadar büyük ki gözünüzde. Keşke tüm aileler bunu görebilse… Dualarım tüm fiziksel engelli yavrularım için.

Bir harfi öğrendiğinde mutluluğunuz o kadar büyük ki. O anın hazzı yıllarca mücadele etmeye değer buna inanın. Oğlum geçenlerde küfüre alıştı. Arkadaşları bir güzel öğretiyor. O küfür edebildikçe bendeki mutluluk parayla ölçülmez değerde. Çünkü kötü bir şey yaptığının farkında. Buradaki vurgum küfürü desteklemek adına değil tabii ki yaptığının farkında olması adınadır bilginize. Özetle engelli çocuğun küfürü bile o kadar anlamlı olabiliyor ki. Bunu bizim dünyamız sadece derinlerden hissedebilir.Ellerini kullanamayan bir spastik çocuğumuzun masa örtüsünü çekip tüm masayı yerle bir ettiğinde ailelesinin yaşadığı mutluluğu ancak yine bizim dünyamızın insanları anlayabilir başkaları çocuklarını azarlarken.

Farklı şeylerle mutlu olmak, farklılıkları dünyanız kabul etmek herkese nasip olmaz. Allahın emanetlerine bakabilmek de. Şükürler olsun diyorum her şeye rağmen. Allah onları gözümüzün önünden eksik etmesin. Sizleri de…

Yaşam herkese gülsün

Reyhan Gazel

HİPERLEKSİ


Erken gelişen okuma becerisi ve buna eşlik eden dil problemleri, öğrenme ve sosyalleşme yeteneğinde sorunları olan bir grup tanımlanmıştır. Bu tip çocuklar kliniğimize çeşitli şikayet ve ön tanılar ile başvurmaktadırlar. Bunlar arasında; otizm, davranış bozuklukları, dil problemleri ve dahi çocuk vardır. Erken okuma yeteneği genelde ezbere öğrenme tarzındadır. Başlangıçta okudukları anlamadıkları, anlamanın geriden geldiği anlaşılmaktadır. Bu tuhaf öğrenme stilleri dikkat çekicidir.

1967 yılından bu yana bu konuda çok az çalışma yayınlanmıştır. Önceki araştırmacılar hiperleksi tanımını, formal bir eğitim almadan 5 yaşından önce okumayı öğrenen ayrıca dilde ve sosyal ilişkilerinde güçlük olan bir grup olarak tanımlamışlardır. Cohen ve arkadaşları 1987 yılında, hiperleksiyi, disleksinin (sadece yazma dili anlamayla ilişkili) aksine, hem konuşma hem de yazmayla ilişkili ağır bir dil bozukluğu olduğunu öne sürmüşlerdir. Richman ve Kitchell 1982 de bu tip çocuklarda üstün bir işitsel ve görsel hafızaya sahip olduklarını ayrıca yalın kelimeleri bir makale içinde olmasına göre daha iyi tanıdıklarını söyledi. Bu çocuklarda kategorize etme güçlüğü vardır ve cümle içindeki yapısal ve anlama ilişkin ip uçlarını yakalamakta güçlük yaşarlar. Bu gözlemlerden bu çocuklarda bilginin izole küçük parçalar halinde depolandığı hipotezi ortaya atılmıştır.

Chicago’da Center for Speech and Language Disorder ‘da yapılan çalışmalarda bu grupla ilgili dört parametre incelenmiştir.

1. Okumaya erken başlama
2. İlginç dil öğrenme bozuklukları
3. Sosyalleşmede problemler
4. Gelişim öyküsü.

1- Okumaya Erken Başlama: En önemli komponent kelimeleri dekode (tanıması) edebilmesidir. Bu ana-baba tarafından öğretilmez ve 18-24 ay arası bu tarzda kelimeleri ve sayıları erken tanıması şaşkınlıkla karşılanır. 3 yaşına kadar yazılı kelimeleri tanır ve okurlar. Bazen konuşma tamamlanamadan da meydana gelebilir. Çocuklar kelimelerden büyüleyici bir tarzda etkilenirler.

2. İlginç Dil Öğrenme Bozuklukları: Bu çocuklardan konuşabilenleri (bu tipe nonverbal hiperpleksi denir.) aşağıdaki özelliklerin hemen hepsini taşırlar.
a- İlk heceleme ve konuşma denemeleri ekolaliktir.
b- Harflere, sayılara ve şarkı sözlerine karşı iyi bir işitsel hafızaları olduğu gibi iyi bir görsel hafızaları da vardır.
c- Tek kelimeleri anlamaları cümleyi anlamalarına göre daha iyidir.
d- Gestalt işlemleme
e- Tekrarlayıcı ve basma kalıp konuşmaları vardır ve konuşmanın içeriğinde sık sık kendilerine has kelime ve cümlecikler kullanır.
f- Konuşması normal bile olsa konuşmayı başlatma ve sürdürmede sorunları vardır.

3. Sosyalleşmede Problemler: Bu grup bozukluklar dili anlamadaki zorlukla ilişkili olabilir. İncelenen gruptaki çocuklarda aşağıdaki davranışlardan bazıları herhangi bir anda tespit edilebilir. Bunlar; uyumsuz davranışlar, ritüalistik davranışlar, aynılıkta aşırı ısrar (konunun devamında bahsedilecek), Bir duygusal durumdan diğerine geçişde zorlanmalar, öfke nöbetleri, Yaygın anksiyete ve özgün korkular, gruba uyumda zorlanma, yaşıtlarıyla arkadaşlık kuramama, yüksek sesli makinelere karşı duyarlılıktır.

Dilde gelişme oldukça bu davranış patolojilerinde de azalma olmaktadır. Bu çocukların bir kısmı otistik bozukluğa benzer ancak 2-3 yaşında gelişen dil becerileri ile bu gruptan ayrılırlar.

4. Gelişim Öyküleri: Aşağıda sayılan altı madde bu grupta sıklıkla gözlenir.
a- Bunlar çoğunlukla erkektir.
b- 18 ay ve 2 yaşına kadar normal gelişmişken, bundan sonra bir gerileme gösterirler.
c- Normal bir heceleme (speech) anormal bir prozodi ile beraberdir.
d- Bazılarında silik nörolojik bulgular olsa da genelde nörolojik bulgu vermezler.
e- Hepsinde davranışsal ve sosyal anormallikler varken bazılarında self-stimulasyonlar gözlenir.
f- Dili anlamada sorun yaşarlar.
g- 5 yaşından önce okurlar ve kelimeler karşısında büyülenmiş gibi bir davranış gösterirler.

Tartışma

Tüm hiperpleksik çocuklarda verbal sinyalleri tanımasıyla ilişkisiz olarak kelimeleri bütün olarak tanır. Bazı hiperleksik çocuklar kelimeyi daha önce bir yerde görmeseler de okuyabilirler. Bazıları logolara düşkündürler. Elliot ve Needleman (1976) bu grubun yazılı dili okuma yeteneklerinin doğuştan geldiğini söylemişlerdir.
Dil Patolojistleri (speech and language pathologist) bu grup çocuklarla çeşitli yaşlarda ve çeşitli semptom örüntüleriyle karşılaşırlar. Bunlardan bazıları non-verbal ve küçük iken bazıları verbaldir. Bu çocukların işitme kayıpları, mental retardasyon, duygulanım bozuklukları ve otizmden ayırt edilmelidir. Hastalığın doğasını ne kadar iyi tanımlarsak bu grubun eğitimlerini de o kadar iyi planlayabiliriz.

a- Geçmiş öykü :

Tanısal değerlendirme ebeveynden alınacak ayrıntılı anamnez ile başlar. İlk ipucu çocuğun erkek olmasıdır. Bundan sonraki sorularda ebeveyne çocuklarını neden görüşmeye getirdikleri olmalıdır. çocuk çok mu zeki? yoksa kaygı duyulan başka bir konumu var. Konuşmayla yada davranışla ilgili sorunlar olabilir. İkinci soru onu bu duruma getiren bir neden biliyor musunuz? dur.

Bundan sonraki soru diğer çocuklara göre üstün olduğu konular varmı dır? Olmalıdır. Genelde ailenin dikkatini çeken özellikle görsel alanda çabuk öğrenme göstermeleridir. Ayrıca motor koordinasyonları da iyidir. Aile bundan hızlı koştukları ve herhangi bir şeye çok çabuk tırmanabildiğinden bahseder.

Ayrıca harflere ve rakamlara özel bir ilgisi olup olmadığı sorulabilir.

Gelişimi ayrıntılı olarak sorgulanmaladır. Özellikle Tip 1 e dahil olan grupta önemli bir bulgu yoktur. (Bazı zamanlar kulak enfeksiyonu gibi hastalık hikayeleri bulunabilmektedir.)

Dil gelişiminin özel bir önemi vardır çünkü kendilerine has bir dil gelişimleri vardır. Ebeveyn genelde ilk kelimelerini 12. ayda söylediklerini belirtirler ve bu kelimeler genelde tren, kamyon, araba gibi kelimeler olur. Aile bireyleri bunlardan sonra söylenir.

Harfler ve sayılarla çok ilgilendikleri hatta bunlar karşısında büyülenmiş gibi davranıldıkları söylenir. Sayıları ve alfabenin harflerini sayabilirler, kolayca şarkıları ezberleyebilirler.

Dilde 18 ayda bir gerileme olur. Ve bu 24. aya kadar sürer. Çok sık rastlanılmasına karşın sebep açıklanamamıştır. Bu grupta dil gelişimi normal yaşlarına göre daha geç gerçekleşir.

Yine görüşmede anne-babaya kelimeleri onlardan farklı kullanıp kullanmadığı sorulabilir. Yüksek bir ses tonunda mı konuşuyor yoksa konuşması şarkı söyler gibi melodik mi? Senle ben zamirlerini karıştırır mı? Çocuğunuz “Wh” ile başlayan Kim? Nerede? Niçin? Gibi soruları anlamada zorluk çeker mi? Gibi sorular da aileye sorulmalı ve ilgili patoloji değerlendirilmelidir.

Görsel Öğrenmede ayrıntılı sorgulanması gereken diğer alandır. Henüz oku bilmiyorsa bunların harflere ve sayılara olan ilgileri değerlendirilmelidir. Bu çocuklar görsel mekanik oyuncakları severler. Özellikle tren gibi oyuncakları. Diğer bir uğraşları televizyon seyretmektir. Özellikle Çarkı Felek gibi programları izlerler. Bu program bu çocuklar için ideal bir programdır, çünkü içinde çok fazla sayıda harf, sayı ve kelime vardır.

Davranışsal ve sosyal alan sorgulanacak son alandır. Özellikle yüksek sesli ev makinelerine ilgisi sorulmalıdır. Elektrikli süpürge gibi aletlere hayranlıkla inceleyebilir yada bunlara aşırı tepki gösterebilir. Evdeki eşyaların aynı yerlerde kalması konusunda ısrarcı davranırlar. Yine bir yere giderken hep aynı yolu kullanmak isterler başka bir yoldan gitme konusunda direnirler. Öfke patlamalarında sözel olarak sakinleşmezler, bir şekilde dikkatini başka bir tarafa çekilmeye çalışılmalı yada müzik kullanılmalıdır.

Arkadaşlarının olup olmadığı sorgulanmalıdır. Genellikle arkadaşları yoktur. Oyun oynayan yaşıtlarının yanına gitse bile nadiren bir konuşma veya ilişki başlatabilir.

Dinlemede seçicilik gösterirler. Yanındaki bir şeyi dinlemiyorken diğer odada ilgilerini çekebilecek hafif bir sesi işitebilirler. Dinlemedeki bu seçicilik hastalıkta karakteristiktir.

Görüşmede zeki ve sevimli bir görünümleri vardır. Oyuncaklarla oynarken mekanik olanları yada puzzle’ı tercih edeceklerdir. Tahtaya yazı yazmaktan hoşlanacaklardır, yazdıkları oyuncakların üzerinde ki logolar olabilir.

Muayene ve testler üç alanı sorgulamalıdır. A- okuma düzeyi, B- Görsel öğrenme yeteneği, C-Dili algılaması ve kullanması.

Basit kelimeler sorularak okuması değerlendirilmeye başlanır. Bilirse daha karmaşık kelime cümle ve paragraflara geçilmelidir. Okuma değerlendirilmesi bir uzman tarafından değerlendirilmelidir. Okuduğu konudan sorular sorulabilir. Özellikle paragrafta geçen “Wh” ile başlayan cümleler ya da konu içinden boşluk doldurmalar gibi.
Görsel değerlendirmeler için en iyi test psikometrik testlerdir. Bu çocukların ince motor becerileri iyidir ve bu özelikleriyle de Aspergerden ayrılırlar.

Dil becerisinde ise alıcı, algılayıcı ve ifade edici komponentlerine bakılmalıdır. Burada yazılı harflerin okunması istenebilir yada söylenenleri yazması istenebilir. Yine bazı cisimlerin isimleri sorulabilir. Bunların değerlendirilmesi için Zimmerman Pre-Scholl Language Scale kullanılabilir. Yine 5 yaşından büyük çocuklar için Auditory Tests of the Illinois Test of Psycholinguistic Abilities kullanılabilir. Bu testle işitsel ve görsel alanlar değerlendirilebilir.

HİPERLEKSİ SENDROMU, YÜKSEK İŞLEVLİ OTİZM VE
ASPERGER SENDROMU

Burada bu tip çocukları Yüksek İşlevli Otizmden, Asperger Sendromundan ayıranın ne olduğunu değerlendirdik. Diğer bir soruda bunların Yaygın Gelişimsel Bozukluğun bir alt tipi olabilecekleriydi. Bu vakadan sonra daha önceden başvurmuş erken okuma becerisi kazanan, dil yeteneğinde bozukluk olan ve ayrıca sosyal ilişkilerinde ve davranışlarında bazı sorunları olan benzer vakalar tekrar değerlendirmeye alındı. Basılmış yayınlardaki benzerlikler dikkatimizi çekti (Richman and Kitchell 1981, Cohen, Campbell and Gelardo 1987, Healy ve ark. 1982).

Bu makale Hiperpleksi Sendromu özellikleri gösteren 20 çocuğun gelişimleri ve aile görüşmeleri mevcuttur. Ailelerde kullanılan testler, altı aylık intervallerde semptomların değişimi değerlendirilmiştir. Aileler tıbbi kayıtlardan da yardım alabilmişlerdir. Çalışmamızdaki çocukların %75’i benzer özellikler taşımaktaydılar. Bu sonuçları literatür yardımıyla Yüksek İşlevli Otizm ve Asperger Sendromu özellikleriyle karşılaştırdık.

Çocuklarda 5 yaşından önce okumayı öğrenme şartı aradık. Ancak okuma özelliklerinde bireysel farklılıklar tespit ettik. Bazı çocuklar çok erken yaşta “dekode” edebiliyorken, bir grup (sight readers) gördüğünü önce sadece okumaya başlayıp sonra fonotik özellikleri öğrenmekteydiler, diğer bir grup ise önce tek kelimeleri okumaya başlar sonra cümleleri okumaya başlar fakat içindeki önemsiz küçük kelimeleri atlayabiliyordu. Okuduğunu anlama sözel dil ile ilişkilidir. Erken yaşlarda yazılı soruları ve bilgileri daha iyi yanıtlarlar. Erken okuma, yüksek işlevli otistik bozuklukta da görülebilirken, Asperger Sendromlu vakalarda nadiren bahsedilmiştir.

Çalışmamızda deneklerin çoğunda benzer bir dil öğrenme yeteneği gözlemledik. Çoğunda ilk kelimeler 12-18 aylarda söylendiği, bunların yarısında bu kelimelerin unutulduğu ve 2. yaşına kadar yeni bir başlangıç göstermediği görüldü. Erken heceleme ve konuşma girişimleri ekolalikti. Dil iri parçalar, cümlecikler hatta diyaloglar tarzında öğrenilir. Konuşma sterotipik aksan, perseverasyon, zamirlerin ters kullanılması ve idiyosenkratik kelime ve cümlecikler kullanma gibi yapısal ve içerikle ilgili anormallikler taşır. Kelimelerin somut anlamları anlaşılır. Pek çok hiperleksik çocuk 4,5-5 yaşlarında dil gelişimlerinde ilerleme gösterirlerken sosyal iletişimdeki bozukluk kalıcı haldedir. Literatürde bu şekilde dil gelişimi gösteren yüksek işlevli otistik bozukluklu çocuklarda vardır. Otistik bireylerde sosyal dildeki (social language) güçlükler yetişkinlik boyunca devam eder. Asperger Sendromlu bireylerde ise anlamada ki güçlüklerine rağmen iyi gelişmiş bir gramer yapıları vardır.

Çalışmamızdaki hiperpleksik cocuklar erken yaşlarda, otizmle ilişkili pek çok tipik davranış göstermekteydiler. Bunlar arasında self-stimulasyonlar, ritüalistik davranışlar, duyusal uyaranlara (gürültü, dokunma ve koku gibi) artmış duyarlılık, öfke patlamaları, yaygın anksiyete ve anormal korkulardı. Bu davranış anormallikleri 4,5-5 yaşında dilin gelişimi ile azalmaktaydı. Bu çocuklar sevecen, sıcak çocuklardır ve yetişkinler ile daha iyi bir iletişim kurarlar. 5 yaşından itibaren yapılandırılmış oyunlara interaktif olarak katılabilir. Her ne kadar normal bir okula gidebilseler de eğitiminde küçük değişiklikler yapılmalıdır. Otistik semptomlardaki azalma dil gelişimi ile ilişkili olabilir. Bu durum yüksek işlevli otistikler içinde geçerli olsa da bu grupta bir takım davranışlar uzun süre devam eder. Asperger Bozukluğunda ise vücutta ve eklemlerde sterotipik hareketler vardır.
Çalışma grubumuzdaki çocuklarda nörolojik gelişme global olarak normaldi. İnce motor becerilerin gelişimi genellikle gecikmişti. Gruptaki çocukların 2 si kız diğerleri erkekti. Gruptaki sadece birkaç çocuğun aile hikayesinde otizm ve öğrenme bozuklukları vardı. Asperger sendromlu çocuklarda beceriksizlik ve koordinasyon bozukluğu olabilirken, Otistik çocuklarda iyi bir motor koordinasyon mevcuttur.

Hiperpleksi için spesifik bir tedavi ancak primer patoloji anlaşıldıktan sonra bulunabilir. Gözlemlerimizde dil eğitiminin (speech and language therapy) okuma düzeyini arttırmada çok önemli olduğunu gördük. Okuma, davranışların gelişmesinde kullanılabilir ve bu yolla sınıf içindeki eğitim konusunda da yardımcı olur. Okumayı çabuk öğrenmiş bir çocukta bir dil bozukluğu düşünülmediğinden öğretmen sözel uyarıları anlamayan bir çocuk karşısında şaşırabilir. Genelde yazılı direktifler çocuğun anlamasına yardımcı olacaktır. Esas fark otistik çocuklarda okuduklarını kullanma yeteneklerindeki azalmadır.

Çalışmamızdaki çocuklar yoğun terapi ile okuma kapasitelerinin tümünü kullanabilir hale gelmişlerdir, aynı zamanda aileler de bu çocuklara öğrenme ve sosyalleşme konusunda daha fazla yardımcı olacak yollar geliştirebilmişlerdir.

Hiperleksiden bahsettiğinizde Dil Bozukluklarından da bahsetmelisiniz. Her ikisinden de bahsettiğinizde otizmden de bahsetmelisiniz. Hiperleksi hakkında konuştuğunuzda non-verbal dil bozukluklarını da düşünmelisiniz. Hiperpleksi ve non-verbal dil bozuklukları hakkında konuştuğunuzda Asperger sendromu hakkında da konuşmalısınız ve bunların tümü hakkında konuştuğunuzda komorbid bir DEHB’da düşünmelisiniz.

Bu öğrenme fonksiyonlarından bahsettiğinizde iki ana konu önem kazanır. Bunlardan birincisi; sosyal algılama spektrumu, ikincisi, non-verbal ve verbal ölçümler ile değerlendirilen kognitif fonksiyonlardır (kognitif denge).

Biz çalışmamızda iki tip hiperpleksi tespit ettik. Birinci grup literatürde sıklıkla gördüğümüz dil bozukluğu olan gruptur. Diğer grup ise görsel-uzaysal motor bozukluğu olan gruptur. Dil öğrenme bozukluğu olan grubumuzda düşük sözel IQ ile yüksek performans IQ tespit ettik. Hepsinde yüksek bir görsel hafıza olduğunu gördük. Görsel-uzaysal motor bozukluğu olan grupta düşük performans ve non-verbal IQ varken, yüksek verbal IQ vardı. Dil bozukluğu olan bir çocuk için yüksek verbal IQ bulunması ilginçtir. Fakat nonverbal öğrenme bozukluğu olan ya da Asperger sendromlu çocuklarda dilin pek çok yönden korunduğunu fakat pratikte kullanamadıklarını görürsünüz. Bu grup aynı zamanda yüksek bir işitsel belleğe sahiptir fakat yetersiz bir kognitif organizasyonları vardır. Dil öğrenme bozukluğu olanlar okuma sırasında çok (phonic) ses hatası yapıyorken, görsel-uzaysal bozukluğu olanlarda bu (fonotik) ses hatası oldukça azdır.
Dil bozukluğu olan tip Hiperleksia Görsel-Uzaysal Bozukluğu olan tip

Hiperleksia

İyi bir belleğe rağmen dil bozukluğu olması.
Gecikmiş dil gelişimi, perseveratif ve ekolaliktir. Anlamadaki problem basit bir ezberden ileri bir durumdur(?)
Otistik benzeri sendrom

Tanım Aspergere benzer Sendrom
Dil bozukluğu kendini ifade etmede ve yorumlamadadır.

Okuduğunu anlamadaki problem iyi bir hafızaları olduğundan başlarda anlaşılmaz.
Anlamlandırmada kullanılan teğetsellik (Tenjantializm) anlamsız yanıtlar ortaya çıkarır ve sinirli davranışlara sebep olabilir.

Semptomlar


Okuduğunu anlama genelde iyidir.
Tahtadan ya da kitaptan deftere aktarımlarda zorlanırlar.
Sosyal ilişkilerde nonverbal ipuçlarını yakalamada zorlanırlar.
Hatalarından tecrübe kazanmazlar.
Yoğun bir dil terapisine ihtiyaçları vardır. Dil tedavisi sosyal ilişkilerini de geliştirecektir.
Tedavide okumanın anlamı üzerine çalışılmalıdır.

Tedavi Yalnız görsel yaklaşımlardan kaçınılmalı, okuma üzerine de çalışma yapılmalıdır.
Sosyal girişimler cesaretlendirmelidir.

Asperger Sendromlu çocukların nonverbal IQ düzeyleri düşüktür. Bu durum bilişsel bir bozukluğu çağrıştırır. Sıklıkla görsel motor birleştirmede ve görsel uzaysal oryantasyonda problem vardır. Sıklıkla bu özellikler ölçülmediği için atlanır.

Biz hiperpleksinin otizm, dil öğrenme bozuklukları, Asperger sendromu ve nonverbal bozukluklar ile örtüştüğünü gördük. Dil bozukluğu kategorisindeki hiperleksik çocuk dili konuşmada (expressive), okuduğunu anlamada ve bazı sosyal durumlarda problemler yaşar. Buna rağmen pek çok dil öğrenme bozukluğu kategorisindeki çocuklar büyük bir sosyalleşme sorunu yaşamazlar. Bunlar otistik grup ile örtüşür. Nonverbal dil öğrenme bozukluğu gösteren tipler (düşük sosyal algılı-ilişkili) Aspergerli çocuklar ile örtüşür. Nonverbal dil bozukluklu hiperleksikler görsel uzaysal organizasyon, ince motor işlevler ve matematik becerilerindeki bozukluklar ile karakteristiktir. Çocuklar ileri derecede kelime tanıma, sözel öğrenme ve yüksek miktarda kelime çıkışına sahip olabilir. Buna rağmen sosyal algılama ve uyumsuzluk fazla olabilir.

Aspergerli çocuklar otizmlilere göre bazı yönlerden dili daha iyi kullanırlar. Aspergerli çocuklar sıklıkla sosyal ilişkileri denerler fakat başarısız olurlar. Otizmli çocuklar da sosyalleşmede benzer zorluğu yaşarlar fakat bunlar genelde denemezler bile. Bilişsel ve sosyal semptomlar hem otizmde hem de Aspergerde bakılması gereken temel özelliklerdir.

Eş Tanılar

Hiperpleksi ayrı bir tanı olmaktan ziyade (coexisting ) eş bir tanı olabilir. Hiperleksiyi bazı tanımlanmış tanılar içine koyabilmek de mümkündür. Hiperleksiye olan ilgi, bilgimiz arttıkça artmaktadır. Problemimiz onu geçerli bir tanı kategorisine koyamamamızdır. Bu tanı kategorilerini sadece çeklistler ile kontrol etmeye kalkarsak bu geçerli olmayacaktır.

Dr. Levent ŞÜTÇÜGİL

OTİZMDE İŞİTSEL EĞİTİM

OTİZM, DİSLEKSİ VE HİPERAKTİVİTE TEDAVİSİNDE YENİ UMUT: "İŞİTSEL EĞİTİM"

"Rain Man"e müzikli tedavi

Avrupa ve ABD'de otistik, disleksi ya da hiperaktif çocukların tedavisinde uzun süredir kullanılan bir yöntem: Zihinsel bozukluklar ve işitsel algı problemleri müzik yoluyla düzeltiliyor. Türkiye'de de psikolog doktor Murat Güvençer'in uyguladığı yöntemde başarı oranı yüzde 75.
İlkokul ikinci sınıf öğrencisi M.K., sınıfındaki diğer çocuklar gibi kıpır kıpır, cıvıl cıvıl. Oysa iki yıl öncesine kadar hayatla bağları kopuktu, "boğuk boğuk öten sesler"le çevrili dünyasında tek başınaydı. "Oğlum yedi yaşındaydı ama konuşamıyordu. Elliye yakın kelime biliyordu ama bunları yerli yersiz kullanıyor, hiç cümle kuramıyordu. Onunla konuşmayı milyonlarca kez denedim, beni anlayamıyordu, sanki başka bir dünyadaydı" diye anlatıyor annesi o günleri...

Bebekken orta kulak iltihabı geçirmişti M.K. İlerleyen yaşına rağmen konuşmayı sökemeyince, işitme problemi olabileceği düşüncesiyle doktorlara taşındı. Ama kulaklarında fiziksel bir sorun yoktu, duyabiliyordu. Bu kez, otistik ya da hiperaktif olabileceği şüphesiyle davranışları bir kasete çekilip İngiltere'deki uzmanlara yollandı. Hayır, otistik de değildi. Annesi kendini onun tedavisine adamıştı ama sonuç alınamıyordu. Bir gün gazetede "işitsel tedavi"den, "konuşamayan çocuklar"dan bahseden bir yazı okudu ve psikolog doktor Murat Güvençer'in kapısını çaldı. M.K.'da zihinsel gelişme bozukluğu vardı, hemen "İşitsel Eğitim"e başlandı. Annesinin deyimiyle şimdi "bülbül gibi" konuşuyor. "Bir zamanlar 'boğuk boğuk öten' bir ses olarak algıladığı tüm kelimeleri, cümleleri ve şarkıları; yedi yıl boyunca soramadığı, öğrenemediği herşeyi şimdi keşfediyor."


İşitme = davranış

İşitsel Eğitim (Auditory Integration Training) otizm, hiperaktivite, disleksi, Rett's Disorder, Asperger's Disorder gibi zihinsel gelişme bozukluğundan kaynaklanan hastalıkların tedavisinde uygulanan ampirik bir tedavi yöntemi. Fransız kulak - burun - boğaz uzmanı Guy Berard bu yöntemi tam 30 yıllık çalışma sonucunda geliştirmiş. Avrupa ve ABD'deki çeşitli otizm merkezlerinin yürüttüğü 12 araştırma, bu yolla tedavinin olumlu sonuçlar verdiğini ama yöntemin tam olarak nasıl çalıştığına dair bilimsel bir kanıt olmadığını söylüyor. Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) da yeterli araştırma olmadığından tedavi yöntemini henüz onaylamamış. Ancak İşitsel Eğitim, ABD'de ve Avrupa'da 15 ülkede 10 yılı aşkın bir süredir uygulanıyor. Türkiye'deki geçmişi ise sadece iki yıllık; İşitsel Eğitim'in tek uygulayıcısı olan psikolog doktor Murat Güvençer, aynı zamanda bu yöntemi Türkiye'ye getiren kişi.

"İşitsel Eğitim'i ilk kez 10 yıl kadar önce duyduğumda inandırıcı gelmemişti. Bunun alternatif tedavi ya da para tuzağı olduğunu söyleyenler vardı. Ama birkaç yıl sonra yabancı basında yeniden karşıma çıktığında ilgimi çekti" diyor Güvençer. Fransa'ya gidip Dr. Berard'ın öğrencisi olan Güvençer, bu tedavi yönteminin işitsel ve ruhsal rahatsızlıklar arasında bir köprü kurduğunu söylüyor: "Dr. Berard bu tedaviyi önceleri işitsel problemleri olan hastalara uyguluyormuş. Ama bir defasında hem işitsel problemi olan hem de ağır depresyon geçiren bir hastasının, tedaviden sonra ruhsal olarak da iyileştiğini görmüş. Ve işitsel problemlerin ruhsal dünyayla ilişkisi olduğunu, hatta otizm, disleksi gibi hastalıkların temelinde işitsel problemlerin yattığını düşünerek çalışmalarını zihinsel bozuklukları olan çocuklar üzerinde yoğunlaştırmış."

İşitsel Eğitim'in mimarı Dr. Berard "Hearing Equals Behavior / İşitme Eşittir Davranış" adlı kitabında otizm ve benzeri hastalıklarla işitsel algılama arasında bir bağ olduğunu söylüyor. Berard'a göre sesleri algılamada problemler yaşayan beyin bunu düzeltmeye çalışırken yorgun düşüyor ve bu durum sinir sistemini etkiliyor. Dr. Güvençer de Berard'ı destekliyor: "Zihinsel gelişme bozukluğu olan çocuklarda işitme kaybı olmaksızın hassas işitme, ağrılı işitme ya da asimetrik işitme olabilir. Örneğin çocuk bin frekans bir sesi her iki kulaktan eşit almayabilir ya da bazı frekanslara diğerlerinden daha hassas olabilir; örneğin arı vızıltısını kamyon geçiyormuş gibi duyabilir. Müzik dinlerken sesin sürekli olarak bir açılıp bir kısıldığını düşünün; işte bu tür problemleri olan çocuklar dünyayı böyle algılarlar. Dolayısıyla da bu durum zihinde büyük karışıklığa sebep olur. Beyne etki eden her tür algı bozukluğu dikkat dağınıklığı, zihinsel yorgunluk, duygusal gerilim ve ruhsal bozukluklara sebep olur."

İşitsel Eğitim'e göre beyindeki bu karışıklığı düzeltmenin yolu işitsel algılardaki problemleri çözmekten geçiyor. İşitsel algılama düzeltilirse otizm ve disleksi, hiperaktivite gibi otizmle bağlantısı olan hastalıkların kalıcı tedavisi mümkün olabiliyor.


Mucize değil devrim

"Kızım İrem üç yaşına geldiğinde hâlâ konuşamıyordu" diyen Aslı Şen, Dr. Güvençer'e başvuran annelerden biri. "Kızım bazı seslere de aşırı duyarlıydı, örneğin çamaşır makinesinin sesinden çok korkuyordu. Çok da içine kapanıktı." Aslı Hanım, İrem'in fiziksel bir sorunu olmadığını öğrenince Dr. Güvençer'e başvurmuş. 1.5 yıllık tedavi son derece başarılı bir sonuç vermiş, İrem daha tedavinin ilk haftasında bir - iki kelime söylemeye başlamış. Altı ay sonra tedavi tekrarlandığında İrem'in dili tamamen çözülmüş, çevreyle iletişimi gelişmiş.

Dr. Güvençer bu tedaviyi iki yılda 150 hasta üzerinde uygulamış. "Bunların yüzde 90'ı otistik ya da otistik komponenti olan rahatsızlıklardı" diyor. Tedavi ettiği hastaların yüzde 75'inin son derece olumlu, hatta mucizevi gelişmeler gösterdiğini de sözlerine ekliyor.

"Otizm bir iletişim hastalığıdır" diyor Özgüvenç. "Kendi dünyasında yaşayan bu hastaların etrafla iletişimi, lisanı iletişim amaçlı kullanımı kısıtlıdır. Filmlerde görmüşsünüzdür; elleriyle kulaklarını kapatmaları, seslere aşırı tepki vermeleri hatta kriz geçirmeleri bunun bir göstergesidir. Otizmi tamamen tedavi etmek mümkün değil ama çocuğun işitsel bozuklukları giderilirse dışarıyla iletişimi kolaylaşacaktır. Çocukların diğer tedavilerle beş - on yılda katedebilecekleri yolu bu tedaviyle 15 gün - altı ay gibi kısa bir sürede alabilmek bu alanda gerçekten devrim sayılabilecek bir gelişme!"


Eskiden otistikti...

Zeynep Saatçioğlu 15 yaşındaki oğlu Cem'in otistik olduğunu söylüyor. "Konuşmakta ve algılamakta zorluk çekiyor, bazen bazı şeyleri beş kez anlatmak gerekiyordu. Normal bir okula gidiyordu ama sürekli eğitim takviyesi alıyordu. Orta bir öğrencisi olmasına rağmen ayakkabısını, kravatını bağlayamıyor, yalnız başına dışarı çıkamıyordu." Cem'in bu durumunu düzeltebilmek umuduyla Hacettepe Üniveritesi'ndeki uzmanlara başvuran ailesi, "otistik olduğu için yapacak bir şey olmadığı" cevabını almış. Üç yaşından beri doktorluğunu yapan Dr. Güvençer iki buçuk yıl kadar önce İşitsel Eğitim'i Türkiye'ye getirince, bu yöntemi Cem'de uygulayabileceklerini söylemiş. Tedavi olumlu sonuç vermiş. "Cem şimdi yaşıtlarıyla aynı düzeyde. Düşünüşünde, davranışında, okul hayatında büyük gelişme oldu. Sınıfın en alt seviyesindeyken şimdi en iyiler arasında" diyor anne Zeynep Saatçioğlu.

Pekçok anne - baba bunu "mucizevi bir tedavi" olarak nitelendirse de, Dr. Güvençer İşitsel Eğitim'in, uyguladığı hastaların yüzde 30'unda hiç etkisi olmadığını söylüyor. "Ama tedavi ettiğim hastaların yüzde 75'inde büyük gelişmeler oldu, hatta bazıları dev adımlar attı. Bu gerçekten umut verici ama bunu 'mucize tedavi' olarak nitelemek yanlış olur." Güvençer ne derse desin, artık yüzü gülen ailelerin ortak kanısı şu: "Kaybedecek bir şey ya da bir yan etki yok. Çocuklarımızın geleceği için denemeye değer."

NASIL UYGULANIYOR?
Her tür müzikle

İşitsel Eğitim'de Dr. Guy Berard'ın buluşu olan "audiokinetron" adlı bir cihaz kullanılıyor. Bu cihaz başka bir ses kaynağından verilen sesleri modüle ediyor, sesleri 15 - 25 bin frekansa kadar değiştirebiliyor. Bir kaset ya da diskçalarla bağlantılı olarak kullanılan "audiokinetron" programlanarak, hastanın durumuna, ihtiyaçlarına göre frekanslar arttırılabiliyor. İstenmeyen frekanslarsa yok edilebiliyor. Sağ ve sol kulağa ayrı ayrı desibelde, volümde ses verilebiliyor. Müzik türünün tedavide bir önemi yok. Ama çocukların zevkle dinleyebilmesi için melodik, zengin ritmli müzikler tercih ediliyor. Çeşitli frekanslar beynin ilgili bölümlerine bu müziğin içinden kamufle edilerek yollanıyor. Beyne ulaşan bu ses dalgaları beynin bazı bölgelerini uyarıyor ve tüm frekans eşiklerini eşit düzeye getirerek aşırı duyarlılık, asimetrik ya da ağrılı algılamayı ortadan kaldırıyor ya da minimuma indiriyor.

İşitsel Eğitim günde iki kez 30'ar dakikalık seanslarla iki haftada gerçekleştiriliyor. Toplamı 10 saat olan 20 seansta tedavi tamamlanıyor. Tedavinin etkileriyse onbeş gün - altı ay içinde görülebiliyor. Altı ay sonunda istenen gelişme sağlanamamışsa tedavi tekrarlanıyor.

AYDIN BİR YILDA İYİLEŞTİ

Anaokulu öğretmeni olan ablası diğer çocuklardan farklı olduğunu gördüğünde Aydın beş yaşındaymış: "Okulda çalışmalara katılmıyordu, içine kapanık, asosyal ve agresifti. El fonksiyonları ağırdı ve konuşması akıcı değildi." Bir yıl önce Dr. Murat Güvençer'in zihinsel gelişme bozukluğu teşhisi koyması üzerine İşitsel Eğitim'e başlanmış. "Aydın buraya 'müzik denlemeye' zevkle geliyordu. Daha tedavi esnasında gelişmeler oldu. Şimdi tüm sorunları düzeldi. El becerileri okuldaki eğitimin de yardımıyla hızla gelişti, agresifliği kalktı. Okuldaki öğretmenleri de tedavinin başlangıcından itibaren büyük gelişme gösterdiğini söylüyor. Şimdi yaşıtlarından hiçbir farkı yok" diyor ablası.

FATMA ORAN - MİNE AKVERDİ
22 Ekim 98 tarihli Aktuel Dergisi